“Otobiyografi yoktur; sadece sanat ve yalanlar vardır,” sözüne tüm kalbimle katılsam da dürüstçe yazıyorum. - Canan Sancak
Uzmanlığımı sanat tarihi alanında yapmış biri olarak, ben sanatın her alanına âşık ve bu tutkuyla yaşama devam eden biriyim. Eserlerindeki tutkuyu gördüğüm sanatçılarla bağ kurabilmek ise büyük keyif. Canan Sancak yazarlığa tutkuyla bağlanmış, kalemi çok etkileyici bir yazar. Merak ettiklerimi açıkça sordum o da tüm samimiyetiyle cevap verdi.
Gökçe Oruç: Varlık, Lacivert ve Trendeki Yabancı gibi dergilerde öyküler yazdınız. Öykülerinizin bir kitaba dönüşme yolculuğundan söz eder misiniz?
Canan Sancak: Elbette. Kızıl Su, dosya olarak Yaşar Nabi Nayır ödüllerinde dikkate değer bulunmuştu, 2021’de. İlk kitabın bu öykülerden oluşması benim için kişisel olarak diyelim, önemliydi; yaklaşık iki yıl yayınevlerinden gelen olumsuz yanıtlara ya da büsbütün yanıtsızlığa rağmen yazma motivasyonumu korumak adına, edebiyat yarışmalarına katılmaya devam ettim. O dosyada yer alan öykülerden biri, Zühre Yıldızı, Edebiyatist Yayınevi’nin Kristal Kalem yarışmasında mansiyon ödülüne layık görüldü ve yayıneviyle tanışmam bu sayede oldu. Ödül gecesinde Bahar Hanım’a elimde bir dosya olduğunu ve ilgilenip ilgilenemeyeceklerini sordum. Dosyayı gönderdim ve birkaç hafta sonra Tüyap’ta görüştüğümüzde öykülerimin ilgisini çektiğini söyledi. Kültür Bakanlığı’nın edebiyat destek yarışmasını denemek kendisinin fikriydi, bu açıdan inancı için kendisine teşekkür borçluyum. Altı ay kadar sonra güzel haber geldi ve Kızıl Su, Kültür Bakanlığının desteğiyle ilk kitabım olarak yayımlandı.
G.O: Kızıl, yazı öncesi dönemden beri mağara resimlerinde bile kullanılan, resim sanatının temel renklerinden biri. Sizin kitabınızda neyi temsil ediyor?
C.S: Görsel olarak etkileyiciliği yoğun renklerden biri kesinlikle. Kızıl Su yaşamı, yaşamı başlatan kanı temsil ediyor. Kan bağını. Her öyküde kan yoluyla gelen ve kurulan, kurulamayan, yıkılan, onarılan köprüler inşa etmek istedim yazı yoluyla. Aile bağlarını anlatmak istedim.
G.O: Ay Işığı Sonatı C Minör No.2 adlı öykü Bethoween’ın bestesiyle aynı adı taşıyor ve öyküde göndermede bulunduğunuz iki de tablo var: Karagün ve Sultan Ahmet Mitingi. Edebiyat dışında, ilgilendiğiniz başka sanat dalları var mı?
C.S: Hayır, edebiyat dışında ilgilendiğim, gönül verecek kadar ilgilendiğim diyelim, başka bir sanat dalı yok. Ancak edebiyat ile diğer alanlarla -ki bu yalnız resim ya da müzik gibi sanatsal alanlar olmak zorunda değil- örneğin arkeoloji, coğrafya veya psikoloji gibi farklı bir disiplin arasındaki ilişkiyi seviyorum. İnsanla ilgili bütün öteki alanlar, edebiyat büyüsüyle birleştiğinde ortaya daha eşsiz şeyler çıkıyor. Hem bir yazar hem de okur olarak böyle düşünüyorum. Olaylara disiplinlerarası bakmaktan hoşlanıyorum ve bu lisans eğitimimi edebiyat ve psikoloji alanlarında eş zamanlı olarak tamamlamış olmam kaynaklı muhtemelen. Sanatla ilgili sorunuza dönecek olursak, bir sanatsever olarak illa birini ayrı tutmam gerekirse edebiyattan sonra resim geliyor benim için. Genelde müzelerde uzun vakit geçiririm, hele ki güzel detaylarla dolu tablolardan oluşan bir müzeyse bu!
G.O: Sevdiğiniz üç ressamı paylaşır mısınız?
C.S: Botticelli, Henri Matisse ve Salvador Dali.
G.O: Kimleri okursunuz?
C.S: Dünya edebiyatını takip etmeyi seviyorum ve edebiyatı bir bütün olarak görüyorum. Her ülkeden en az bir yazar okumaya çalışıyorum. “Fazla gerçekçi” bulduğum için Afrika edebiyatı ile pek yıldızım barışmasa da hiç de fena gitmiyor doğrusu! Bir okur olarak dünya edebiyatı içerinde Latin edebiyatını ayrı bir yere koyuyorum ben: Gabriel Marquez, Mario Llosa ve Carlos Fuentes… Çok severek okuduklarım arasında Dante, Hemingway, Camus, Milan Kundera, Woolf, Doris Lessing, William Trevor, Maurgerite Duras, Lucia Berlin, Elena Ferrante, Mavis Gallant, Salman Rushdie, George Saunders, Murakami, Zadie Smith, Donna Tartt, Samantha Schweblin, Tatyana Tolstaya, Junot Diaz, Kevin Wilson, Claire Watkins ve Etgar Keret aklıma ilk gelen isimler. Bizim edebiyatımızda ise Halit Ziya, Tanpınar, Yaşar Kemal ve Suat Derviş kuşkusuz en sevdiklerim. Okuduğum en iyi psikoloji kitapları arasında, iyi öykücüler tarafından yazılmış olan pek çok kitap var. Ki bu açıdan, edebiyatın yalnızca edebiyat olmadığını, aynı zamanda pek çok başka şey olduğunu, içinde pek çok katman barındırdığını da görmek mümkün.
G.O: Kitabın açılış öyküsü olan Smirna Meydanı’nda şöyle yazmışsınız: “Şiirlerse onu büyülüyor. Türk dilinin bütün ölü şairleri kronolojik sırayla rüyalarına giriyor.” Yazmaya şiirle mi başladınız?
C.S: Evet. Yaklaşık 20 yıldır yazıyorum, bunun ilk birkaç yılında yazdıklarım şiirdi. İkinci Yeni şairlerininkilere benzetilmeye çalışılmış şeyler demek belki daha doğru. Lise yıllarında katıldığım edebiyat yarışmasında şiirde kaybedip öyküde kazanınca hangi yöne yürüyeceğim belirlenmiş oldu.
G.O: Son olarak, yazarken en çok önemsediğiniz şey nedir?
C.S: Dürüstlük. Winterson’un “Otobiyografi diye bir şey yoktur; sadece sanat ve yalanlar vardır,” sözüne bütün kalbimle katılsam da diyebilirim ki, her şeye rağmen ve her şey için, dürüstçe yazıyorum.
Söyleşi: Gökçe Oruç
Comments