Hayatımın ilk on beş yılında bahsedilecek pek bir şey yoktur. Kristal vazoların, yeşil küllüklerin havada uçuştuğu bir evde büyüdüm ama kafada çok büyütmedim. Geçmiş geçmiştir. Olayları zihnimde tekrar tekrar canlandırmayı hiç sevmem. Annem çocukken “Bu çocuk neden böyle çingeneye benziyor?” diye sorardı babama. Anlamadığımı düşünüyordu bence. Herkesin kendisi gibi beyin ishali olduğunu sanıyordu. Aynalarda kendimi görmeye başladığımda on sekizimdeydim. Aksımı severim. Geçen sene yatak odamın tavanını aynalarla kaplattım. Eve gelen camcıya bana sapık gibi baktığı için bahşiş vermedim. Hem zaten insanların gözünün içine bakarak konuşmaktan hiç haz etmem. Rahmetli babam “Bakma.” derdi. “Gözlerin deli deli bakıyor, insanlara içini açma.” O da öyle bir şeydi işte. Hep tedirginimdir. Babamdan öğrendiğimi düşünürüm. Ya dansöz ya da artist olacak diye bekledikleri mesleki kariyerimi tapu ve kadastroda memur olarak şenlendirdim. Beğenmediğim tiplerin tapu işlerini ağırdan alırım. Bekar iş arkadaşlarımla daha iyi geçinirim. Bir iki tanesiyle birkaç kez dışarı çıktım. Hesabı ödemeye kalktılar, sinirlendim. Çabuk sinirlenirim. Sinirlenince sol gözüm seğirmeye başlar. Günde tek öğün beslenirim. Asla yumurta yemem. Zavallı hayvanın rahimini neden yerler hiç anlamam. Kedileri köpekleri çok severim. Kedimi sıkıştırarak sevdiğim için öldürünce bir daha eve hayvan almadım. Doğayı elbette seviyorum. Eve içme suyunu beş yüz mililitrelik pet şişelerle alıyor olmamın doğa sevgimle bağdaşmadığını söyleyenleri anlayamıyorum. Kıskançlık. Kimseyi kıskanmadım. Hep kıskanıldım. Özellikle kadın arkadaşlarım tarafından. Bu sebepten daha çok erkeklerle arkadaşlık ediyorum. Her arkadaşlığım evimin yatak odasında sonlanıyor. Hiç de üzülmüyorum. Canımın istediğiyle keyfim kadar takılıyorum. Evlilik ne zaman diye soran akraba bozuntularına siz kendinize mezar yeri baktınız mı diye cevap veriyorum. Aramıyorlar artık beni, kurtuldum sanırım bulaşık meraklarından. Yolda yürürken mutlaka İngilizce pop müzik dinliyorum. Dinlediklerimin çoğundan hiçbir şey anlamıyorum. Kahve masamın üzerinde kitapların duruşlarını seviyorum. Vücudumda hiçbir yerim sonradan yapılandırılmış değil. Ayak numaram büyük. Parmak arası terlikle dolanan insanlardan iğreniyorum. Bir de koltuk altı peynir gibi kokan adamlardan. Saçlarımda yaşıma rağmen hiç beyazım yok. Kuaföre hiç gitmedim. Orada saatlerini harcayıp kendini güzelleştirmek için uğraşan kadınlara acıyorum. Ya güzelsindir ya da değil. Bebekleri seviyorum ama sadece saçsız ve bembeyaz olanları. Çok çirkin bebek var etrafta. Allah sabır versin ailelerine. Bir dönem koleksiyonculuk yaparım diye mezatlara merak sardım. Giyinme odamdaki dolapların birinde 18. yüzyıldan kalma Fransız erkek peruklarını saklıyorum. Hani şu kenarları bigudiyle sarılmış olanlardan. Neden taktıklarını hiç araştırmadım. Ayda bir çıkarıp havalandırıyorum. Eve gelen yardımcı tuhaf bakıyor perukları temizlediğim zamanlarda. Annemi geçen yıl toprağa verdik. Cenazeyi kaldırdıktan sonra meyhaneye içmeye gittim. Tek başıma içmeyi severim. Kalabalık rakı masaları içimi sıkar. Meyhanelerde en köşe duvar tarafına otururum, sırtımı değil yüzümü duvara döndürürüm. Babamla o akşam darıldık. Annemin duası varken ben meyhanede içiyormuşum, lanet olsunmuş benim gibi evlada, üstelik bir de kız evlat olacakmışım. “Olmaz olsun senin babalığına da sana da.” dedim kapattım. Bozuk plak gibi geçmişine saklananları anlamam. Önüme bakarım. Apartman zilinde sadece adım yazılıdır. Hem isim hem soyadını yazanları anlamam. Kapının önünde çıkarılmış ayakkabılar görürsem tekmeyle bir alt kata savururum. Her hafta apartmanı silmeye gelen kadına kova çıkarmam. Dairemin önünü kendim silerim. Apartmandakilerle arkadaşlık kurmam. Sigara değil nargile içerim. Elmalı nargileyi severim. Sigarayı neden içtiklerini anlamam. Hangisi daha zararlı türü tartışmalara hiç kalkışmam. Bilmediğimden değil muhatap almam. Vitamin kullanmam. Mahalle kasabı -oğluyla bir iki yemeğe çıktık olmadı, yürütemedik- en ilikli kemikleri bana ayırır. Her hafta evde on sekiz saat kaynatır, kolajen niyetine sabahları aç karnına onu içerim. Haftada bir et, iki kere balık yerim. Alkol aramam. Rakıya ve viskiye hayır demem. Çoluk çocuk gibi bira içmem. Evin bütün faturalarını kareli harita metot defterine, bir sayfaya dört adet yapıştırarak arşivlerim. Evde çalışma odasındaki kitaplığın beş rafı sadece bu defterle dolu. Her yere taksiyle giderim. Toplu taşımaya binmem. Kredi çekip araba aldım. İki kere trafiğe çıktım, panik atağım varmış anladım. Arabayı sattım borcu kapattım. Panik atak falan da kalmadı. Sol görüşlü bir insanım. Seçimlerde oy vermeye gitmem. Politik konuşmaları dinlemem. Yıllar önce gözümün önünde emekli bir öğretmeni sağ görüşlü aileler bacağından bıçakladılar. Neymiş, çocuklarının beynini yıkıyormuş. Propaganda kelimesini ilk kez o zaman polislerden duydum. Onlardan hep korkarım. Karakolların olduğu sokaklardan geçmem. Kleptomanim var. Hiç yakalanmadım. Sabaha karşı uyanıp sokağı izlemeyi çok severim. Bunun sayesinde iki kez apartmana giren hırsızları kovaladım. Erken yatarım. Yatmadan önce topuklarımı kremler, pamuklu çoraplarımı giyip yatarım. İç çamaşırlarımın hepsi yüzde yüz pamuktur. Satenin tenime değdiği an bıraktığı histen nefret ederim. Yılda bir sefer on günlük Kuzey Ege’de müdavimi olduğum pansiyona giderim. Güneş altında kalmayı sevmem. Karabiber ağaçlarının altında oturup denize bakarım. Bu sene ağaçlar böceklendiği için kesmişler, gitmedim. Her senenin aralık ayında yapay çam ağacımı süslerim. Süsleri her sene yenilerim. Eskilerini atamam. Yatakların altı sadece bir sefer kullanılmış rengarenk çam ağacı süsleriyle dolu. Çocukken babam gavur kelimesini çok kullanırdı. Ben yabancı demeyi tercih ederim. Mesai arkadaşlarımın adını hatırlamakta zorlanırım ama ilkokul öğretmenimin adını hiç unutmam. Doğum tarihini ay, yıl ve gün olarak parolası yapanları salak bulurum. Dini bütün bir insan değilim. Bir tek Fatiha’yı ezbere bilirim. Sonundaki el Fatiha uzatmasında makam yaparım. Ay başlarında Unkapanı’ndaki her ayın biri kilisesine mum dikmeye giderim. Dilek dilemem. Kardeşim yok. Annem ve babam benim sağlık sorunlarımla çok uğraşmışlarmış, tövbe etmişlermiş, yorulmuşlarmış. Yalan. Bir daha aynı yatağa girmediklerini biliyorum. Kahveyi sadece öğlenleri içerim. Kahve içerken sohbet etmeyi sevmem. Sohbet etmeyi genelde sevmem. Son zamanlarda evde kokulu mum yakmaya merak sardım sonra beni depresif yaptığının farkına vardım. Normalde dışa dönük bir insanım. Telefonumda gelen aramaları cevaplamam, gerekirse ben dönerim. Genelde gerekmez. Mutlaka her sabah daireye girince “Günaydın.” derim. Bir iki kez sigaraya kapının önüne çağırdılar çıktım. Üstüm başım leş oldu. Sonra “Anacım bu adam beni yatakta istemiyor, bana bakmıyor.” bilmem ne. Kül tablası gibi kokan kadını kim ister. İstanbul Sözleşmesi’ni savunuyorum. Evet mi hayır mı tam nerede duracağımı bilemiyorum. Bazen sokakta yanımda biriyle yürürken de oluyor bu bana. Sağından mı yoksa solundan mı yürüsem karar veremiyorum. Böyle zamanlarda içimden ona kadar sayıyor, annemin “Allah çirkin talihi versin kızıma.” demesini düşünüyorum. Talihi bilmem ama belamı vermiş olabilir.
Kendinizi tanıtınız demişsiniz. Özetle anlatmaya çalıştım. Eğer siz de benim gibi biriyseniz aşağıya bıraktığım numaraya sesli mesaj bırakırsanız ben size dönerim.
Aysim Demiröz Göral
Comments