Hayatta kendimi her şeye hazırladım, artık tamamım, derdim hep. Yaşım olgun, kendim olgun, hayata bakışım olgun... Hastalığı, ölümü, her şeyi soğukkanlılıkla karşılayacak güçteydim. Arkadaşlar desen, hep bana danışır, ne olsa önce benim fikrimi alırlardı. İş konusunda da iyiydim; üç şubeli bir işletmenin sahibesi, arabam istediğim model; ayrıca hayatımı daha fazlası için hırslanmadan, huzur içinde sürdürenlerdendim. Anlayacağınız hayatımın, dinginliğimin zirvesindeydim.
Mis gibi bir sonbahar günüydü. Güneş ikindi vakti o muhteşem ışıklarını son kez tatlı tatlı, yakmadan, veda niyetine üzerime sürerken, bugün erken çıkayım, dedim iş yerinden. Annemi arayıp, hazırlan dışarı çıkalım bugün anne kız, diyerek eskilerden yenilerden sohbet etmekti amacım. Aradım uzun uzun ama nerde, kesin diğer odada unutmuştu. Gülümsedim hafifçe, ne de olsa gidince hazırlanırdı, ziyanı yok. Eve gittim, kapı zilini de uzun uzun çaldığım halde bir türlü açılmadı. Tekrar aradım, telefon çalıyor, ayakkabılıkta unuttu ki sesi dışarı geliyordu. Hay Allah, ekmek almaya çıkmıştı herhalde. Tam apartman kapısının önünde beklemek üzere çıkıyordum ki yan komşu çıkıverdi. "Kızım annen nasıl oldu?" dedi.
Arabaya bindiğimde, komşu teyzenin dediklerini tekrar edip duruyordu beynim. Tam dışarıya çıkmak üzereyken fenalaşmış, ambulans aranmış, bindirilip götürülmüş. Beni arayamamışlar kapı kapanınca, filanca hastanede olabilirmiş. Bir sürü ses. Tabii sakinliğimi korumam gerektiğini söyledim kendime; her şey olabilir, hazırlıklı ol, dedim. Gittim hastaneye, isim söyledim sekreterlikteki bayana, yönlendirdi, bir sürü şey denildi, ben sadece içimden "Nasıl yani, annemi bu sabah son görüşüm müydü?" diyordum, diğer söylenenler kulağıma bir uğultu şeklinde geliyordu. Bir müddet koridora boş boş baktım, içimden hiçbir şey geçirmeden. Sanki büyük bir boşluk vardı kalbimde. Sonra sakinlikle çantama elimi uzatıp içerisinden telefonu aldım. Ağabeyimi, dayılarımı, amcalarımı aradım, işlemleri hallettim. Son derece soğukkanlılıkla her şeyi hazırladım, onlar gelene kadar. Ertesi gün memlekete gidildi; defin işlemleri, dualar, okumalar, vedalar derken bir hafta içinde eve döndüm. Herkes hayran kalmıştı, metanetime. Ben de takdir ettim kendimi. Bu kadar şeyi halledip dimdik duruşuma hayran kalmıştım açıkçası.
İçeriye girdim, uzandım annemin televizyon izlediği kanepeye, birden şiddetli bir mide bulantısı yaşadım, vücudum değişikti sanki, bir tepki vardı ama anlayamadım. Mutfağa geçtim, nane limon kaynatmak için. Hay Allah, yeleğini de kapının koluna aşmış. Öyle bir bulantı ki banyoya zor koştum. Yüzümü yıkadım, limonu buldum. Sarı saplı bıçak neredeydi? İçeri seslendim, “Anne, ağabeyimin getirdiği sarı saplı bıçak nerede?" Durdum orda öylece, limonu da elimde tutamadım işte; aldım yeleği, geçirdim sırtıma, geçtim televizyon karşısına, en sevdiği program da başlamış, ağladım sonuna kadar bağıra bağıra... Neden söylemedi sarı saplı bıçağın yerini, yelek oraya asılır mıydı hiç? Yeleğini kapının arkasına annemin asmayacağı gerçeği, beni hâlâ ufak bir kız çocuğuna döndürmeye yetmişti. Artık kimsenin akıl hocası olamayacak kadar küçülmüştü yaşım işte.
Yazar: Betül Usta
Comentários