Bir tanem…
Sözcüklerin dünyasında yolumu kaybettim. Önce adını yazmak istedim. Önce adını yazmak geldi içimden. Bu öykü senin olsun istedim. Daha önce bunu neden yapmadığıma pişmanım.
Okuduğum kitaplarda birine adanmış şiirleri, romanları, öyküleri çok gördüm. Nasıl oluyordu bu iş? Bir adama, bir zamana, adama... Sensizliğin uçurumu içimde büyüyor, uçurumdan kurtulmanın yolu uçuruma kendini bırakmak mı dersin?
İlk harfini yazdım. Ardından ikinci harfini. Sonra birden bir korkuya kapıldım, belki de başkaları üstüne alınacaktı. Senin öykünü, sana ait olanı sahiplenecekti. Oysa bu öykü tümüyle sana ait olmalıydı. Elimdeki kalem adının diğer harflerine yol aldı.
İlkim’i okula bıraktıktan sonra işe gitmedim. Arabayı da okulun önüne bıraktım. Okulun yanındaki dar arnavut kaldırımlı sokaktan aşağı, sahile indim. Sahilden yürüyerek parka gittim. Bizim parkımıza… Seninle birlikte oturduğumuz banka oturdum. Karşımda uzun bir mavilik seni düşündüm; yaptıklarımızı, yapacaklarımızı sıraya koydum. Önce kütüphaneden başlayacağım: Epeydir kütüphaneyi derleyip toparlayamamıştım. Sen hep derdin, dükkândan eve bir türlü sıra gelmiyor. Haklıydın. Kitaplar öylesine üst üste konmuştu ki, orta sıra bel vermeye başlamıştı bile. Bir kahve yaptım kendime. Şiir, öykü, roman, yerli, yabancı ve yazar yazar dizecektim. Bunu seninle yapmayı ne çok konuşmuştuk hatırlıyor musun? Ha bugün ha yarın derken olmadı. Şiir kitaplarının olduğu raftan başlamaya karar verdim. Birçoğunun varlığını bile unutmuştum. Üzüldüm. Sonra onu buldum. Bana hiç okutmadığın mektubunu. “Dünyanın En Güzel Arabistanı’nın arasında. Çok severdin Turgut Uyar’ı. Geyikli Gece’nin olduğu sayfadan çıkmıştı. Ben yazmalıydım derdin Geyikli Gece’yi. Senin sesinden bir kez daha dinlemek için neler vermezdim.
Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
Başta ve sonda ayrı olduğumuzdandı...
(…)
Hiçbir şey umurumda değil diyorum
Aşktan ve umuttan başka…
(…)
Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.
Şimdi tam da bunu yapıyorum biliyor musun? Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum, çünkü sen yoksun.
Dudağımda gülümseyen bir kıvrımla yakalıyorum kendimi, utanıyorum; en güzel sevişmelerimizi Geyikli Gece’yi sen bana okuduktan sonra yaşardık, başka türlü dokunur, başka türlü öperdin o zamanlarda.
Mektubun elimde öylece kalakaldım. Sonra pencereye yürüdüm. Tülü aralayıp başımı cama dayadım. Alnımda camın serinliği sonbaharı hatırlattı. Oysa yazın başıydı. Sensizliğin açık uçlu bıçağı damarlarımda dolaşıyor.
Sana İlkim’den söz edeyim, sevineceksin. Giderek sana daha çok benziyor. Gülüşü, konuşması, öfkesi, sevinci, hüzünlü halleri tıpkı sen. O da konuşurken senin gibi yerinde duramıyor. Ne yaşamışsa ne anlatacaksa heyecanla, telaşla anlatıyor. Bir an önce bitsin telaşı… bu bana çok tanıdık geldi ne dersin? Senden İlkim’e kalmış bir miras.
Geçen gün bana kahvaltı hazırlamış. “Baba,” dedi, “senin sevdiğin peynirden kalmamış.” Sanki kendisi suçuymuş gibi öyle üzgün görünüyordu ki görmeliydin.
Biliyor musun, İlkim artık sabahları yumurta yiyor. Ona her sabah yumurta yapıyorum. Sıkılmasın diye bir gün haşlıyorum, bir gün omlet, bir gün rafadan yapıyorum.
İlkim doğduğunda bana onu “Babanı sevdiğin gibi sev,” demiştin. Anlam verememiştim, şaşkınlıkla yüzüne bakakalmıştım. Şimdilerde anlıyorum ne demek istediğini.
Sen bana Geyikli Gece’yi okurdun, “Ben sana mecburum,” derdim. “Kimi sevsem sensin,” derdin. “Ben hayatta en çok babamı sevdim”le biterdi.
Geçen gün İlkim’i parka götürdüm, bizim parkımıza. babam öğretmişti bulut okumayı.
“Bulutlar geçerken konuşur,” demişti.
“Ne dediklerini duyman için sessiz ol, hızlıca okumalısın.”
İlkim’le çimlere uzandık. Gökyüzünde bulutlara bakıyorduk. “Baba şu bulut neye benziyor?” dedi.
Babam bu oyunu öğrettiğinde dokuz yaşındaydım. Dokuz yaşına dönmüştüm. Tesadüfe bak, İlkim de dokuz yaşında. Babam o sabah tüm aileyi toplayıp “haydi pikniğe gidiyoruz,” demişti. Babamla yan yana çimenlere uzanmıştık. Şimdi yanıma uzanan kızım… Eli göbeğindeydi babamın, elimi göbeğime koydum, babam gibi birleştirdim. Ne yapsa taklit ederdim babamı, ellerimi göbeğimin üstünde birleştirdim. İlkim de birleştirdi elini göbeğinin üzerinde.
“Hayat.” dedi babam. “Hayat da böyledir, geçerken iyi dinlemezsen ne dediğini duyamazsın.”
“İlkim!” dedim.
“Efendim baba!”
“Hayat da böyledir kızım. Geçerken iyi dinlemezsen ne dediğini duyamazsın.”
Annemin sesi ile irkilmiştik, babamla uzandığımız çimlerin üzerinde. “Kalkın o ıslak çimlerden, hasta olacaksınız.” “Şu bulut…” demiştim babama, “neye benziyor?”
“Kedi,” demişti, çimlerden doğrulurken.
İlkim’e döndüm “Kedi, kızım!” dedim. “O bulut, kediye benziyor,” gülümsedi.
Bir tek senin sesin eksikti o gün parkta.
“Kalkın ıslak çimlerden, hasta olacaksınız, başıma iş açmayın!”
Sen gittiğinde ezber ettim. Bir dilin yaşayan, yaşamayan bütün sözcüklerini biliyor musun? Bir tanem ben halen fısıldıyorum bulutlara.
Sen gidince anladım, meğer her ayrılık bir şairin şiirinde intihar etmekmiş. Meğer her ayrılık cesur bir bedelmiş; bir diyet gerekli ama sakın saçlarını geriye atarak gülümsemeni unutmamı bekleme!
“Karşılıksız aşk acıtır,” derdin, şimdilerde bunu iliklerimde hissediyorum. Âşık olduğum kadın aşkıma karşılık vermiyor artık ve ben karşılıksız aşkın pençesindeyim.
Seni özledikçe gücümü yitiriyorum. Seninle konuşmak, sesini duymak istiyorum. Ah! Sesini son bir kez daha duymak için neler vermezdim. Yalnız ruhumu sıkıştırdığım şu sözcükler var sadece.
Söylesene bir tanem, neden en mutlu olabileceğimiz anda geçmişin meşalesi ile ânımızı yarınımıza yakıyoruz? Neden yalnızlığımı sözcüklerle büyütüyorum?
Anladım ki bir “Keşke”ye dayanıyor hayat. Keşke olmasaydı, keşke yapsaydım, keşke olsaydı, keşke yapmasaydım, keşke yaşamasaydım, keşke… keşke… keşke…
Sensizliğin suçunu üstleniyorum. İçimde upuzun bir cümle var. Yazsam sayfalarca sürecek gibi. İçimde ölü bir yazar var. İşaret parmağı sigaradan sararmış, tırnakları uzun, cümleleri kederli bir yazar.
Dedim ya bir tanem, bu öykü sana adanmış. Bu öykü biraz mektup gibi oldu biliyorum. Adının ilk harfi ile başladım adınla bitirdim
Seni sonsuza kadar sevecek kocan.
Pencerenin yanından ayrıldım, ellerimin titremesine engel olamıyordum. Senden gelen bir mesajdı bu mektup. Sen gitmiş olsan da buradaydın, bizimleydin. Mektubu açtım, daha ilk satırları okurken gözlerimden akan yaş:
Canım sana bu mektubu yazdım ama vermeyeceğim. Mektubu bulduğunda da ben olmayacağım. Sana hastalığımı söyleyebilmeyi çok istedim…
Dursun Karaseki
Comments