top of page
Schoolgirl with Books
Yazarın fotoğrafıPandabiyat Ekibi

Nezahat - Burçin Taşdemir




Hazmedemiyorum. Üç gündür midem ağrıyor, şişe şişe Beypazarı içtim, bana mısın demedi. Yuttuğum karbonatın haddi hesabı yok. Midem delinecek sandım bir ara, ama bu içime oturan şey erimedi gitti bir türlü. Aysel “Doktora git,” diye başımın etini yiyor ama gitmeyeceğim. Ne yapsın doktor, sıkıntı midemde değil ki.


Evet, sıkıntı midemde değil...


Üç gün evvel Nezahat’ı gördüm. Tuhafiyenin önünden geçti, o hızlı adımlarıyla. Eşarbını çenesinin altında tek düğüm atmış, bir elinde cüzdanı diğer elinde alışverişi, eve gidiyor. Ama bu sefer Nezahat yorgun göründü gözüme. Onca yıldır pırıl pırıl, kız gibi gördüğüm Nezahat meğer kocamış. Yanakları yol yol olmuş, eşarbının altından görünen o dalgalı, gümrah, simsiyah saçlara karlar yağmış!


İşte tam oracıkta oturdu o taş içime.


Şimdi diyeceksiniz, “Ulan Yusuf, Nezahat kocadı da sanki sen on beşlik delikanlısın.” Doğru, haklısınız, üstelik boyumca torunum da var. Saçlarım döküldü hem, göbek dersen o da mevcut. Ama benim zaten kendimi gördüğüm yok ki. Ha kel olmuşum ha göbekli. Nezahat yoksa bunun ne kıymeti var? Kavli bozan benim, anamın bulduğu Aysel’e “Hayır!” diyemeyen gene benim. Al, bir sancı daha.


Garibim kalktı mutfağa gitti. “Nane-limon kaynatayım,” diyor. “Boş ver Aysel, hem o üşütmeye iyi geliyor,” dediysem de nafile. Duramaz o, bana kıyamaz. Kırk iki yıldır kahrımı çeker, hiç yüzünü asmadan. Baksana, o Nezahat’tan de fena kocadı lan Yusuf. Acımadan alay ediyorsun ya “Koca götlü,” diye, sana üç evlat doğurdu da o hale geldi kadın. Beş boğazı besle, çek çevir. Kolay mı? Hem de gönlünün kendisinde olmadığını bile bile. Yazık lan Aysel’e. Sıçayım senin gibi adamın sıfatına ben be! Üç gündür oturdun Nezahat’a üzülüyorsun, öyle mi? Şuncağıza kim üzülsün peki? İki bacısı var Yozgat’ta, onları da seneden seneye ancak görür. Şimdi şu telefonlar var da birbirlerinin yüzlerini daha sık görür oldular. Zamanında şehirlerarası çok yazdı diye önce Aysel’i bir güzel dövüp sonra da telefonu kilitlediydin şerefsiz Yusuf. Oğlum insan mısın sen? Ne yapacaksın, o hırs bir yerden çıkacak. Piyango da hep bu kısmetsiz Aysel’e denk gelir işte. Aman, şuna bak, elin Nezahat’ı yüzünden. Elin Nezahat’ı mı? Şimdi gene bok yedin bak. Orada bir dur önce. Ne elin oğlum ne elin? Lan Nezahat’ın eline erkek eli değmedi be cibilliyetsiz. Nezahat tuttu sözünü. Sözünden sen döndün. Sözünün arkasında duramadın. Kız aslanlar gibi dimdik durdu. Kimseyle evlenmedi, kurudu gitti o evde. Şimdi ana öldü, baba öldü. Köşe başındaki o evde bir başına ne yapıyor akşamları ha? Duvarlarla mı konuşuyor? Her gün azar azar yiyeceğini alır. Her gün geçer tuhafiyenin önünden. Her gün bakışları yerde. Sen anca burada Emir Musa’yı dizinde hoplat, televizyonun karşısında uyukla, Aysel’e sataş. Nezahat ne yapsın? Ürkek bir kuştur o hem. “Konuştuğumuzu babama söyleyen olursa öldürür,” diye yüreği ağzında gezerdi. Kıyıda köşede hep ayaküstü görürdüm. O ilk mektubu gizliden eline tutuşturduğumda ağlamaklı olmuştu. Ben heyecandan sanmıştım, sonradan söyledi, korkusundanmış. Hep korktu Nezahat. En sonunda da korktuğu başına geldi.


“Sağ ol Aysel!”


Hep Aysel derim, Hanım diyemedim. Ne bileyim, dilim dönmedi. İçimden de gelmedi.


Oh, nane limonu ne güzel kaynatmış, bal da katmış içine.


Yapma demiştim ya, iyi ki yapmış. Yamandır bu Aysel. Yerköy’ün köylerinden bir komşumuz vardı annemin ahretliği. Ben daha Nezahat’la konuşurken aralarında kavli kurmuşlar. “Senin bu Yusuf pek ağırbaşlı, onu çekip çevirecek şöyle güçlü kuvvetli bir kız buldum. Bacımın kızı var Yerköy’de, adı Aysel. Biraz iricedir ya elinden her iş gelir. Bütün evinizi çekip çevirir, gıkı çıkmaz, öyle terbiyelidir.” Annem o an aklına koymuş, Aysel’i eve gelin getirecek. Kendi de rahata erecek. Ah ana, şimdi sana sövsem yeridir ama neyse, ölmüş gitmiş kadın. Lan bari bir “Resmine bakayım ayol,” filan deseydin. Yok. Oracıkta işi bağlayıvermişler. Ben bütün bunlardan bihaber Nezahat’tan bir işaretin peşine düşmüş, kendimi kaybetmişim.


Kız Sanat Okulu’na giderdi Nezahat. Üç kız kol kola girer, önce bizim dükkâna uğrarlardı. Hocalarının istedikleri şeylere bakar, okula öyle geçerlerdi. Diğer ikisinin gözü açıktı. Sağı solu muhakkak keserlerdi. Ama Nezahat öyle miydi? Bir şeye bakmak istediğinde sesi bile zor duyulurdu. Öyle utangaç, öyle ürkek. O nakış ipliklerine bakardı, ben de onu seyrederdim. Süheyla Abla’ya, “Abla yeni renkler gelmiyor mu? Sen bir sıkıştır şu toptancını,” derdim de kadın sevinirdi. “Aferin Yusufçuğum, sen müşterinin dilinden anlamaya başlamışsın,” derdi. Kırlaşan saçları, yuvarlak gözlükleriyle çok zarif bir kadındı. Semtin en büyük tuhafiyesini işletirdi. Dükkândan hiç ayak çekilmezdi. Allah bereket versin; gerçi hâlâ öyle. Başta yanına gönülsüz girmiştim ama Allah razı olsun, bana çok güzel altın bilezik taktı, bütün aile ekmeğini yiyoruz. Nur içinde yatsın. Ah güzel ablam benim. Herkesten sakladım da içimdeki yangını, bir o sordu, bir ona anlattım, şu dünyada bir ona ağladım be! “Yusufçuğum, güzel oğlum; geçecek desem yalan söylerim sana. Geçmeyecek benim güzel oğlum. Sadece alışacaksın. O her gün buradan geçecek, sen burada çalışacaksın. Her gördüğünde yüreğin ağzına gelecek, ama sen buna da alışacaksın. Hem insan bu, nelere alışmıyor? Allah ölüm ayrılığı vermesin Yusufçuğum.”


Dükkânı kapatmıştık. Tezgâhın arkasında uluyordum resmen; “Abla, keşke ölseydi abla. Ölse en azından kimseye yar olmayacağını bilirdim. Ama şimdi yaşarken asla kavuşamayacağını biliyorsun. Abla bu ne zalimlik, bu nasıl acı. Ah abla, keşke ölseydi!”


Delirmiştim sanki, neler neler söylemiştim. Ama dualarım kabul oldu. Nezahat elleriyle kendi gençliğini öldürüp bir mezara gömdü. Lan ne delikanlı kız be! Amına kodumun Yusuf’u, şerefsiz köpek! “Korkak” dediğin o kızda aslanlar gibi yürek vardı be! Asıl sen korktun anne babandan da “Ben bu kızı seviyorum, istemeseniz de alacağım,” diyemedin. Ulan yazıklar olsun senin erkekliğine, git kestir o bacaklarının arasında taşıdığını.


Of Aysel git başımdan, ikide bir “Nasıl oldun?” diye vır vır geliyorsun. Sanki sorunca daha mı iyi olacağım? “Kötüyüm Aysel.” Burnumdan soluyorum. Anla be kadın, konuşmak dahi istemiyorum seninle, o bile zulüm. Akşama kadar tuhafiyede kırk çeşit kadınla konuşuyorum, yüzüne bakılmayacak kadınlara vekil karısı muamelesi çekiyorum.


“Bakın şöyle bir dantela çok güzel durmaz mı sizde? Paris modası.”


Ama sana gelince dilim lal kesiliyor. Olmuyor, hiç olamadık biz zaten. Yüzünü ilk nişan günü gördüm. Yan yana durduk, parmaklarımıza birer halka geçirdiler, kurdeleyi kestiler, hop bitti.


Aysel dediğin bir köylü kızı. Al yanına, cepheye git. Aysel nerede, Nezahat nerede? Hemen gözlerimi yere çevirdim, nişan fotoğraflarında hep yere bakıyorum. “Damat Bey de çok efendiymiş.”


Bakamadım ki.


Nezahat boynu bükük, son defa konuştuğumuz günkü gibi geldi durdu gözümün önünde, gitmedi. O halka kor oldu, yaktı parmağımı. Acısı geçmedi. Sonra da aldım attım evin arkasından geçen çaya. “Kaybettim,” dedim. Demesem de Aysel sormazdı.


Konuştuğumuz son akşam deli gibi bir yağmur vardı. Nezahat’ı bekliyordum okulun yan duvarında. Sigarayı sigaraya ekliyordum. İçim gökyüzü gibiydi; hatta uluorta çaktırmadan ağlamış da olabilirim. Kırmızı bir şemsiyenin altına sığınmış, geldi. Bir süre öyle yan yana durduk, sessizce.


“Gelmeyeceksiniz değil mi? İstemeye…” diye mırıldanan sesini zar zor duyabildim.


“Nezahat, biraz daha bekleseniz, belki annemi ikna edersem…”


“Annenin, babanın razı gelmediği işten bize de hayır gelmez Yusuf.”


“Az biraz daha müddet verseniz.”


“Müddet olsa ne çare, gönül olmadıktan sonra…”


Ağlıyordu Nezahat. Ağlaması bile başkaydı. Ben de ağlıyordum. İçimden yağmur zannetsin diye dua ediyordum. Öyle yüreksizdim be!


“Hoşça kal Yusuf!”


Nezahat gitti. Ben yaşadım. Nefes almaya devam ettim ama bu nasıl bir yaşamak anlamadım. Bomboş geçen kırk iki yıl. Şimdi ne annem var ne babam ama ben hâlâ onların bana biçtiği kaderi giymeye devam ediyorum. Söylesenize şu yaştan sonra insan kendine yeni bir kader biçer mi? Diyelim hayat bana biçecek güzel bir kumaş verdi, giymeye ömür yeter mi?


Dur lan Yusuf, deli olma. Sen kim, Nezahat kim be?



Burçin Taşdemir

Yorumlar


Schoolgirl with Books
bottom of page