top of page
Schoolgirl with Books

Mezarlıktaki Geçit - Uğur Ünen




Gözlerini açtığında mezarlıktaydı. Gecenin en koyu rengi korkusunu parlatırken karga sesleri başına çivi çakarcasına yükseliyor; kanat çırpışları ruh ağacının yapraklarını sallandırıyordu. Ölmüş müydü? Öyleyse neden toprağın üzerindeydi? Anlayamıyordu.


Gökyüzündeki yıldızlar pürdikkat ona bakıyordu. Ayağa kalkar kalkmaz sendeledi. Bir mezar taşına çarptı. O anda mezar taşı sürtünme sesiyle ağır ağır yana kaydı ve açılan karanlıkta hayalet renginde bir merdiven hâsıl oldu. Aşağıya doğru spiral uzanıyordu. Merdivenden inmeye hiç niyeti yoktu; ta ki tanıdık bir ses fısıldayarak onu çağırana dek. Merak onu elleriyle yavaşça ittirerek ilerletti. Merdivenin ilk basamağına tereddüt ede ede bastı. Gerçekti. İnmeye karar verdi. O indikçe mezar taşı eski hâline dönüyordu. Tamamen kapanırsa karanlıkta kalırdı. Fakat öyle olmadı. Başı yer mesafesinin altına indiğinde mezar taşı eski hâline gelmiş olsa bile aşağısı hafif bir ışıkla aydınlanıyordu. Kandil gibi.


Taş, toprak ve ağaç kökleriyle bezeli bir mozaik gibi uzanan duvardan bir karaltı süzüldü. Yaklaştıkça karaltının insan biçiminde olsa bile yere basmadan sanki bir pelerinin ucunun uçuşması gibi süzüldüğünü fark etti. Bu durum ona huşu verdi. Hem korkuyor hem de ölüm âleminde sırlı varlıkların bulunması onu büyülercesine meraklandırıyordu. Tam önüne gelen karaltı birdenbire durdu. Kapüşonunu açarmış gibi başını kaldırınca karaltı yerine yüz belirdi. Kendisiydi. Afalladı. “Bu nasıl olabilir?” diye içindeki boşluğa yankılanarak seslendi.  Gözleri hiç olmadığı kadar belirginleşti. Şaşkınlık içerisinde yutkunmuştu. Karaltı seslendi:


“Ben maddesel dünyada senin uzun süredir beslemediğin yanınım. Tinin.”


Sesi de kendi sesiyle aynıydı. Tek farkı sanki yüzyıllardır uyuyormuş da biri onu uyandırınca seslenmiş gibi derinden yükselen bir tona sahip olmasıydı.


“İçeriye doğru yürü,” dedikten sonra arkasını dönüp geldiği yöne ilerledi.


Uçarak süzülürken “Görmen gerekenler var,” dedi.


Neyi görecekti? Gayba mı düşmüştü? Neredeydi? Çok fazla soru ve bir o kadar da sırla yürümeye devam etti.


Uçurum kenarına gelmiş de düşmemek için geri çekilmişçesine aniden duran karaltı yüzünü dönmeden “Gör!” diye seslendi. Üç harfe de tonlarca ağırlıkla basmış gibi konuşmuştu.


Sanki bir bilgisayar ekranı gibi görüntüler zuhur bulmaya başladı karanlık boşluğun ortasında:


Karaların çoraklaşması ve dağların düzleşmesi. Okyanusların yükselmesi ve suların kaynaması. Suların geri çekilişi ve kalıcı sessizlik. Büyük bir buz kütlesine dönüşen cansız dünya. Bir anmış gibi gelen yüz binlerce yıl ardından büyük bir patlama. Uzay karanlığında devasa bir ateş topunun kara deliğe çekilişi ve yutuluşu. Milyonlarca yılı sığdıran göreceli bir zaman sonrası uzay karanlığının da kendi içine çöküp dürülmesi. Sonsuzluktaymışçasına sayılamayan zamanlarda süren dinginlik. Birden boşlukta başka dünyaların tohumlanıp  filizlenmesi. Yenilenmiş dünyalar. Bir arada ve aynı anda; fakat farklı boyutlarda. İçinde insan olmayan. Belki de denenmemiş bir simülasyon. Savaşların, nefretin, kibrin ve hırsın olmadığı.


Bütün bu görüntüler sadece bir nefes alıp verme kadar sürmüştü. Farklı görüntüler oluşmaya başladı:


Dipsiz bir çukur ki oranın rutubet koktuğunu yalnızca izlerken bile hissedebilirdi. Boşlukta yutulan çığlık sesleri. Işıksız, yakıcı ve nemli. Çıkışı olmayan ve en dibinde katranlı çamur olan bir bataklık gibi pis ve boğucu bir yerdi. Sinek vızıltıları ardından çiçek açtı karanlık. Bir bahçe göründü bu kez. Tertemiz dereler ve rengârenk çiçekler en parlak hâlleriyle canlıydı. Kuş cıvıltılarıyla dolan açık hava sanki deniz kenarında dalga seslerini dinlerken arkada yemyeşil ormanın nefes alıp verişini duymak gibi ruha huzur veriyordu. Üstelik kimsecikler yoktu. Sadece güneşten daha çok ışık veren masmavi bir gök. Turkuaz sular. Fakat gerçekte orada değildi. Uzaktan izliyordu. Üstelik yıpranmış bir ip köprünün üzerindeymişçesine sallanarak.


Gözlerini açıp kapadığında görüntüler ve karaltı yoktu. Hâlâ tüneldeydi. Geriden tuhaf sesler yükselmeye başladı. Homurdanma ve fısıldama; iç içe olan ve anlaşılmaz seslerdi bunlar. Yaklaştıkça etraf koyu kırmızı ışıklarla hafiften aydınlanmaya başladı. Sonra uçuşan ateşleri gördü. İçine karanlık oturdu. Uzaklaşmaya karar verdi. Görünmez köprüde alelacele ilerledi. Ateşler birleşip bir varlık hâline bürünmeye başlamıştı; heybetli ve şekli benzersiz bir gölgeye dönüşen. Korku tüm aurasını kapsayarak genişledi. Buradan hemen gitmeliydi. Koşarken sanki ip kopmuş da ayağı boşluğa basmıştı. Ne olduğunu göremediği bir derinliğe düştü. Çığlıkları yapayalnız ve zamansız bir duvara çarparak geri sekti. Birden toprak üzerine düştü. Acı hissetmedi. Aynı mezarlıktaydı.


Elleriyle yere tutunarak ağır ağır ayağa kalktı. Çimenler ve ağaçlar arasındaki yıkık dökük mezar taşında adı yazıyordu. Yıllar önce ölmüş birinin terk edilmiş ve unutulmuş mezar taşı üzerinde kendi adı. İrkildi. Buruk bir hâlde sessizleşti. Hava ne aydınlık ne karanlıktı. Gün daha ağarmamıştı. Etrafı onu gerçekten ayıran bir tül gibi şeffaf bir sisle kaplıydı. Çok uykusu geldi. Başka hiçbir şey düşünmeden olduğu yere geri uzandı ve bir an kadar hızlı bir şekilde gözden kayboldu.



Uğur Ünen

Comments


Schoolgirl with Books
bottom of page