I
Din adamları değişen çağda özü mutlak olmayan, sözü hiçbir taşa, tablete kazılmamış ve kazılmayacak yeni bir Tanrı’nın peşine düştü. Böyle bir Tanrı bulamadıklarındaysa var olanı değiştirmeye karar verdiler; çünkü bu, insanlığı değiştirmekten daha kolaydı. İnsanlar inatçıydı. Ona rağmen arsızca günah işlemeye devam ediyorlardı. Böylece insanlığın ahlak duvarlarına sıva yapmaktan bitap düşmüş, dünyevi saltanatlarından vazgeçmeye hazır din adamları kendilerine yeni bir görev edindiler: Tanrı’yı yontmak, ona biçim vermek ve onu dünyevi olana yaklaştırmak. Kozmik saat yarımı gösterdiğinde göksel salınım başladı. Akreple yelkovan Tanrı’nın hücre duvarlarına saldırdı; ilahi olan arıtıldı. Kutsal doku yeniden şekillendikçe ebediyetin karıncıkları büzüldü, kaslarında ani bükülmeler oldu ve Tanrı kalp krizi geçirdi. Alef. “O artık mutlak değil. Hatta bana sorarsan ne her şeyi görüyor ne de her şeyi biliyor. O şimdi var, evet; ama yarın da var olacağını kesin olarak söyleyebilir misin?” diye sordu İshak. Yakup gömleğinin yakasını yırttı. Beyt. İshak İbrahim’in oğluydu, Yakup İshak’ın. Dina Yakup’un kızıydı, Kezia ile Jemima Dina'nın. Ariyela Jemima’nın kızıydı, Behira Ariyela’nın. Devora Behira’nın kızıydı, Eliyora Devora’nın. Liyora Eliyora’nın kızıydı, Malka Liyora’nın. Netanya Malka’nın kızıydı, İleyna Netanya’nın. Mira İleyna’nın kızıydı: İç Savaş döneminde. Gimel. Hepsi onlar için: Önce kadınlar ve çocuklar, sonra -hangi sırayla olduğu önemsiz demişti biri- gençler ve yaşlılar; bazıları hararetli tartışmalara düştüğünde -önce askerler mi yoksa siviller mi diye- Tanrı sesini çıkarmadı; kazdığı mezarların enini düşündü, boyunu düşündü, derinliğini düşündü; çünkü bu, mezarlara girecek bedenlerin cinsiyetinden, yaşından ve mesleğinden daha mühimdi. Ne zaman ki Tanrı’ya ağza alınmayacak sözler sarf etmeye başladı cemaat, Tanrı oradan uzaklaştı. Yürüdü de yürüdü. Güneş batarken işkenceler ve tecavüzler, güneş doğarken yargısız infazlar gördü. Koştu da koştu. Yıkık dökük okulların, hastahanelerin önünden geçti. Ve durdu. Evlerini terk etmeye zorlanmış belgesiz mültecilerle konuştu. Geride bıraktıkları akrabalarına dualar ettiler birlikte -aç karınlar, cılız umutlarla. Tanrı’nın duası kabul olur mu? Dalet. “Bir zamanlar sevmişlerdi belki benim gibi, nefret etmişlerdi onun gibi; uyumuş da rüya görmüşlerdi bizim gibi; doğmuşlardı herkes gibi, öldürüldüler hiç kimse gibi,” diye düşündü Mira. O sırada Meriç Nehri’nin güneydoğusunda, Mira'nın sadece birkaç kilometre uzağında mantar toplayan Tanrı, “Şüphesiz ki mantar ne bitkidir ne de hayvandır,” dedi. Bu, İsveçli bilim insanı Carl Linnaeus’un mantarları ayrı bir tür olarak sınıflandırımasından yüzlerce yıl sonraydı.
Editör notu
Tanrı’yla Mira'nın tanışması hiçbir kutsal metinde yer almıyor. Ortaevren Arayıcıları, söz konusu pasajların dönemin Diyanet İşleri Başkanının emriyle yok edildiğini iddia ediyor. Ortaevren Arayıcıları Başkanının söylediğine göreyse dünyevi ile ilahi olanın tanışması şu şekilde gerçekleşmiş:
II
“Metne geçmeden önce şundan bahsetmekte fayda var: Bilim insanlarına göre 1789 Fransız Devrimi ile başlayan Yakın Çağ, Artemis Uzay Programı’nın mükemmel bir neticesi olarak Ay’da kurulan ilk koloninin Dünya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle son buldu. Tarihçilere dönüp baktığımızda Yakın Çağ’ı bitirip içinde bulunduğumuz çağı başlatan olay 11 Eylül 2001’de İkiz Kuleler’e yapılan terör saldırısı. Biz bu ikincisini baz alacağız. Bakalım şimdi ne oldu bu 11 Eylül’den sonra… ABD, Afganistan’ı işgal etti; tüm dünyada hükümet binaları ve kamusal alanda güvenlik önlemleri artırıldı, güvenlik protokolleri değiştirildi; küresel çapta istihbarat işbirliği başladı. Bunun sonucunda da bireysel özgürlükler kısıtlandı. Bugün hâlâ bu kısıtlamaların çoğu devam ediyor; hatta durum daha da kötü. Ay’daki koloniyle olan iletişim krizini hatırlarsınız. [...] İlerleyen yıllarda insanlık başka felaketler de gördü. Bunların en önemlileri: Irak Savaşı, Arap Baharı, Suriye İç Savaşı, Ukrayna Krizi, Yemen İç Savaşı, Rohingya Krizi, İkinci Soğuk Savaş, Türkiye İç Savaşı, Pasifik Savaşları, ve ne yazık ki şu an da devam etmekte olan Küresel İklim Savaşları. İşte Tanrı böyle bir dönemde çıktı Mira’nın karşısına.”
“Siz böyle olduğuna inanıyorsunuz.”
“Böyle olduğunu düşünüyorum. Ayrıca sadece ben değil, on sekiz milyon insan böyle düşünüyor: ilk kadın peygamber. Ortaevren de böyle kuruldu.”
“Oraya geleceğiz.”
III
Kozmik Cepler’in Kurtuluş Kitabı’nda anlatılan Mantar Öyküsü, Tanrı’nın yeryüzüne inişi ve yaşamın korunmasına dair bir öyküdür. Anlatıya göre dünya yozlaşmış ve kötüleşmişti. İnsanlığın artan kötülüğünü hayretler içinde izleyen Tanrı, yarattığı şeylerin sonuncusu, konuşan ve anlatan hayvanın sadece kendisini değil, aynı zamanda yarattığı diğer hayvanları ve doğayı da büyük bir iştahla yok ettiğini görünce müdahale etmek istedi. Ancak bu müdahale daha önce Nuh ile yaptığı ittifak gibi olmayacaktı. Hatta Tanrı, bir daha hiçbir erkekle anlaşma yapmayacaktı. Çünkü erkeğin içinde erk vardı. Erk, bedeni ele geçirip onu hükmetmeye zorluyordu. Hükmedemediği zamanlarda ise bedenin zirvesindeki parlak zihni delirtinceye kadar konağına türlü oyunlar oynuyordu: kıskandırtıyordu, yasaklatıyordu, alıkoyduruyordu, hapsettiriyordu. Erkek doğası gereği kötüydü. Zamanı hiçe sayıyor, mekâna saygı duymuyordu. Erk bir parazitti. Yok etmeden yaratamıyordu. Tanrı’nın imgesinden uzaktı. He. Ve Tanrı kadına baktı -içinde bulunduğu evrene ve diğer tüm evrenlere göbek bağıyla bağlı kadına. Böylece Tanrı’nın göz kapaklarına yeni yeni imgeler düştü ve melekler ebediyetin kartlarını açmaya başladı. El. Kahve. Biber. Şeker. Buğday. Arpa. Mısır. Yağ. Hayvan. Akarsu. Rüzgâr. Buhar. Elektrik. Kadın hepsine bağlıydı. Hepsi de kadına. Çünkü o değirmenciydi. Erkeğin silah tutan ellerine karşı, onun değirmeni döndüren kolları vardı. Erkek yaratmak için yok etmeye ihtiyaç duyarken o yoktan var ediyor, var olanı dönüştürüyordu. Kadın kozmik bir koleksiyoncuydu ve evrenin genişleme sebebiydi. Vav.
IV
Tanrı’nın kulakları dünyevi boşluğu süzüyor, kan ve barut kokan şehirleri dinliyordu. Göksel tilkinin kulaklarındaki şekilsiz kıvrımlar çoğalıp yeterince hassaslaştığında Tanrı, Mira’yı duyabildi. Silah seslerinin kestiği bir ağıttı bu -tanıdık bir sesin dile getirdiği. Bombaların açtığı umutsuzluğun çukurlarında, mezarlıkları çevreleyen ahşap çitlerin etrafındaki yaşlı ağaçların kederli gölgesinde, masumiyetleri çalınmış çocuklara ve gözyaşları yağmura karışmış ebeveynlerin ıstıraplı vedalarına yazılmış bir ağıt. Zayin. “İleyna kızı Mira, yaktığın ağıdı işittim. Sen ve soyun, İshak gibi gülesiniz.” Ve Tanrı sonsuz ceplerinden çıkardığı pamuğumsu beyaz iplikleri havaya savurdu. “Bu kutsal hifler büyüsün, miselleri ağıdının eriştiği diyarları mühürlesin ki şiddetin girdabı buraya hiç uğramasın, başkasının kanı sen ve soyunun ellerine bulaşmasın. Ne olursa olsun hiçbir canlıyı öldürmeyecek, hiçbir ağacı kesmeyeceksin. Hep sevgiyi arayacak, aşkın her rengine kucak açacaksın. Şüphesiz ki aşk ilahi bir hazinedir, özü ebedidir. Siz sözümden çıkmadıkça soyunuzu gökteki yıldızlar kadar çoğaltacağım. Ağıdının duyulduğu bu diyarları, sen ve soyuna veriyorum.” Kutsal hifler havada yılan balığı gibi dans ederken askerler ve avcılar silahlarını, balıkçılar ağlarına takılan balıkları, oduncular baltalarını bıraktı. Bombaların açtığı çukurlara yeni fidanlar ekildi. Ve Tanrı bunu beğendi. Khet.
V
Havadaki dingin dansı sona eren hifler pervane gibi süzülerek inişe geçti. Kısa bir süre sonra nemli toprağın üzerinde ipeksi bir zarafetle uzanarak alacakaranlığın kutsal maviliğinde toprağı kucakladılar. Dönüşümün cazibesine katılan hiflerin başlangıçtaki mütevazılığı, yerini coşkulu filizlenmelere bıraktı ve yaşamın iç içe geçtiği karmaşık bir ağ oluşturup toprağın derinliklerinde yeni yollar arayan misellere dönüştüler. Miseller, Enez’den Sultaniçe’ye kadar ormanı da içlerine alacak şekilde yayılıp görünmez bir sınır oluşturdu. Civardaki Büyükevren ve Küçükevren köylerine olan yakınlığından, Mira, Tanrı’nın kendisine armağan ettiği bu cennet bahçesine Ortaevren adını verdi -ne tam olarak ilahi ne de dünyevi; ikisinin ortasında bir yerde. Tet.
VI
“Misellerin beslediği mantarların yaydığı sporlar, Ortaevren’i yüzyıllar boyunca dış dünyadan korudu. Sınıra yaklaşanları tedavisi olmayan bir unutkanlık esir aldı. İnsanların Ortaevren’in sınırlarında beyhude dolaşması bu yüzdendir.”
“Son elli yılda bölgede başıboş dolaşan insanların altmış kilometre uzaklıktaki Keşan Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nden kaçan hastalar olduğu hastane başhekimi tarafından defalarca kamuoyuna duyuruldu.”
“Siz buna inanıyor musunuz? Bırakın akli dengesi yerinde olmayan bir kişiyi, sağlıklı bir insan bile altmış kilometre yol yürüyemez. Hem hepsi neden oraya gidiyor? Hadi başhekim bunu da açıklasın bakalım.”
“Elimde TÜBİTAK’ın internet sitesi üzerinden kamuoyuyla paylaştığı bir mektup var. Dilerseniz mektupta öne çıkan noktaları okuyalım.”
“Tübitakmış! Evrimle olan imtihanından kalmış bir kurumun açıklamasına kaldık. Buyrun, okuyun bakalım.”
“Kendilerini bilgi arayışına ve kanıta dayalı anlayışa adamış bilim insanları olarak, efsanevi bir köyün varlığına dair son zamanlarda ortaya atılan iddia ve inanışları endişeyle takip ediyoruz. [...] Mitlerin cazibesini takdir etmekle birlikte, bu tür hikâyelere eleştirel ve bilimsel bir zihniyetle yaklaşmanın önemini [...] Yapılan bilimsel araştırmaları ve uydu fotoğraflarını göz önünde bulundurduğumuzda Ortaevren’in şüpheye yer bırakmayacak şekilde var olmadığını [...] Kişisel inançlar ve kültürel gelenekler toplumların şekillenmesinde önemli bir yere sahip olsa da [...] Ampirik destekten yoksun, doğrulanmamış iddialar [...] Bilimsel gerçeklerle mitleri birbirinden ayırmak hayati önem arz etmektedir.”
“Ay’ın ikiye ayrıldığını düşünen sözde bilim insanının yönettiği bir kurum için son derece ilginç bir mektup olmuş.”
VII
Mira da etrafındaki insanlar gibi değişiyordu. Çünkü evrende her şey değişmek zorundaydı. Canlı ve cansız her şey koşmakla lanetlenmişti: hâlden hâle nefes nefese koşmak, nefesin tükendiği takdirde yok olmak. Mira bu değişimi seviyordu; çünkü yeni hisler, kokular ve tatlar duyuyordu. Mira bu değişimi sevmiyordu; çünkü değişim sırasında kasları sertleşiyor, sırtı kavisleniyordu. Bu da ödenmesi gereken bir bedeldi.
İleyna usulca odaya girdi. “Durumu nasıl Ekrem Bey? Kendine geldi mi?”
“Telaşlanacak bir şey yok İleyna Hanım. Tonik-klonik nöbetlere tanık olmak sarsıcı olabiliyor; ancak bu nöbetler kendi kendine duruyor. Bir sonraki kez nöbet beş dakikayı geçer de Mira kızımız kendine gelmezse tıbbi yardım isteyin. İlaçlarını alıyor mu?”
Bu sırada Mira gözlerini açtı. Nerede olduğunu ancak annesinin endişeli yüzünü gördüğünde hatırladı.
Yâsin Kocadüz
Comments