“Sevgi kadar böylesi muazzam umutla, beklentilerle başlamış olan ama yine de sürekli olarak başarısızlığa uğrayan başka herhangi bir eylem, herhangi bir girişim yoktur."
Sevgi, aidiyet ve birliktelik kavramlarını zihinlerde birer birer sorgulatan ve Erich Fromm denilince akla ilk gelen kitaptır Sevme Sanatı. İnsan, varoluşundan beri bir bütüne entegre olmuştur. Bu entegrasyonun motivasyonu ister sevgi olsun ister varoluş sorununa çözüm olsun, insanın ayrılığa çare bulma çabasından gelmektedir. Bunu Fromm, “birliğe ulaşmanın yolu” ya da “bireysel yaşamı aşıp bütünlüğe ulaşma” olarak sorunsallaştırmıştır.
İnsana dair duygular olan utancın ve kaygının kaynağı da insanın ayrılığını fark etmesiyle birebir bağlantılıdır Fromm için. Ayrılığın üstesinden gelmek için uyum göstermek, çalışma ya da eğlenme düzenine katılmak ve dahası yaratıcı faaliyetlerde bulunmak gibi alternatiflerden, dinsel faaliyetlerdeki birlik duygusu ya da bir topluma uyumlanmaya kadar genişletilebilecek çabalar birey için geçici ya da sahte bir bütünlük duygusu oluşturmaktadır.
Tüm bu sıralamalardan sonra insanda var olan bir başka duygu olan sevgiye gelir konu ve işte bu noktadan sonra Fromm, insanlığın varoluşunun sevgiyle mümkün olduğunu tüm kitabı boyunca izah etmeye koyulur.
Sevgiyi anlaşılır kılmak için Fromm öncelikle, “Ortak Yaşam Birliği”ni anlatır. Ortak yaşam birliği sevginin olgunlaşmamış versiyonu olarak, belki de hayatımızın çoğunluğunda farkında olmadan deneyimlediğimiz ama kavramsallaştırmadığımız bir pratik olarak karşımıza çıkmıştır. Anne karnında bir bebek ve annesinin iki biyolojik varlık olarak aslında anne vücudunda tekleşmesidir, edilgenlik içerir. İnsanın özgünlüğünü yitirdiği ya da bütünün içinde özerk kalamadığı bir durumdur.
Bireysel ve toplumsal düzlemde insan hayatına kısa bir bakış atmak buna benzer örnekleri hızlıca akla getirebilir.
Sevgi ise ortak yaşam birliğinin tam tersi yere konumlandırılır. Sevgiyle ikinin birbirine geçerek tekleşmesi söz konusu değildir, ikinin iki olarak kalması mümkün olur. Burada biri diğerine verme eylemini gerçekleştirirken, bir özveri ya da bir fedakârlık söz konusu değildir. Verilen sevgiye karşılık bir alacaklı olma durumu da yoktur. Tam tersi Fromm, vermenin almaktan çok daha coşkulu olduğunu belirtir. Coşkuyla anlatılmak istenen şey ise insanın bu ediminin içinde canlılık barındırmasıdır, insanın eyleme geçtiğini ve bu eylemin ona gücünü hatırlatmasıdır. Dolayısıyla “Etken ilgi” olarak kavramsallaştırılan bu veriş hali, sevmenin kişiyi yoksun kıldığını ya da kişinin bir şeyden vazgeçtiğini ifade etmez. İnsanın bencil olduğu ön kabulünün baskın olduğu çağımızda içten gelen ve karşılıksız verilen sevgi örnekleri “hâlâ insanlığa olan inancımızı kaybetmediğimizi” düşündürmez mi bizlere?
Konunun özgürlükle ve ayrı olarak bütünleşmeyle bağlantısı etken ilgide gizli denilebilir mi? Fromm’a göre kendi iradenizle uğruna emek harcamayı, bakım vermeyi ya da ilgi göstermeyi seçtiğiniz şeyi seviyorsunuz demektir. Buradan etken ilginin bir sorumluluk da içerdiği anlaşılıyor. Sorumluluğu alma tercihi de kişinin iradesiyle birebir alakalı. İlk adımda özgürlük boyutunu bu şekilde açıklayan Fromm, akabinde formüle saygıyı da ilave ederek ikinci boyut olan ayrı olarak bütünleşmenin anlaşılmasına yardımcı oluyor.
Saygı, sevginin üçüncü unsuru olarak etken ilgi gösterilenin olduğu gibi kabul edilmesidir. Etken ilgideki sorumluluğun zorbalığa varmaması saygıyla mümkün. Saygı, ikinin tekleşmemesinin nedeni de aynı zamanda. Dolayısıyla sevilenin özgünlüğünü ve ayrılığını görerek ona saygı duyuyorum. Saygıyla özgürlüğün sevgiyi oluşturmadaki iş birliğini Fromm daha güzel özetleyemezdi: “Sevgi özgürlüğün çocuğudur, o asla zorbalığın çocuğu olamaz.”
Kitapta sevginin ele alınış biçiminden sonra Fromm, belki de deneyimlerimize odaklanarak daha kolay anlamamız için sevgiyi içeren pratiklere odaklanıyor: Anne ve baba sevgisi, kardeş sevgisi, cinsellik, kendini sevmek ve Tanrı sevgisi… Bunların her birinde insan için o sevginin ne ifade ettiğini anlatırken nasıl olması gerektiği ya da hangi seviyede o kişide ne etkiler yaratacağı da ifade ediliyor.
Anne, insanın varoluşundaki ilk durak ve deneyimlediği ilk ilişki. Var olmanın yeterliliği anne sevgisinin sevilen çocuk için edilgen bir özellik olduğunu gösteriyor. Kendimizin farkında bile değilken, olduğumuz haliyle sevildiğimiz ve edilgen olduğumuz bir ilişki. Yeni dünyaya gelen bebeğin hayatta kalması için hayata kolay adımlarla başlayabilmesi, onu olduğu haliyle seven annesiyle mümkün olabiliyor. Anne sevgisi çocuğun sevilmek için hiçbir şey yapmaya gerek duymadığı koşulsuz sevgiyken, baba sevgisi koşullu bir özelliğe sahip. Anne doğal dünyayı temsil ederken; baba düşüncelerin, insan yapısı olan dış dünyanın ve kuralların yerinde konumlanıyor. Artık uyum gösterilmesi gereken ve sevilmek için var olmanın yeterli olmadığı bir durum söz konusu çocuk için. Kazanılması gereken bu sevgide koşul kurallara, görevlere, dış beklentilere adaptasyondur.
Fromm, yetişkinlerin anne ve babalarını içlerinde yeniden oluşturduğundan bahseder. Bu gerçekten hareketle anne ve babadan alınan sevginin, çocuğun kendine yeterlilik duyması ve kendine ait bir otoriteye sahip olmasında kritik önem teşkil ettiğini açıklar.
Peki ebeveynler için çocuklarına gösterdikleri bu sevgi ne ifade eder? Annenin verdiği sevgi, edilgen konumda olan çocuğun belki de içinde bulunduğu durumu kabul etmesi ve dolayısıyla hayatta kalmaya devam etmesi için “dünyaya gelmek ne de iyiymiş” duygusunu içinde barındırmaktadır. Fromm, annenin çocuğa yaşama sevinci verme motivasyonunu bu şekilde açıklarken, aynı zamanda çocuk sahibi olana kadarki edilgen benliğini bir yaratma eylemiyle terk ederek kendini aştığını belirtir. Çocuğa verilen sevgi ile etken olan anne artık yaşamına anlam kazandırmaktadır. Kendini aşma gereksinimini çocuk doğurarak karşılayamamış olan baba ise edilgenlikten kopuşunu insan yapısı şeyler ve düşüncelerle gerçekleştirmek ister.
Fromm kardeşlik sevgisini ise “İncil’deki sevgi” ifadesiyle kendini sever gibi başkalarını da sevmek olarak tanımlamış. Aslında tüm insanlar aynı ve birdir. İlk bakışta farklılıklarımız göze çarpsa da özde birbirimize benzediğimiz ve kardeş olduğumuz kabulü vardır burada.
Cinsellikte ise Fromm, sevginin hükmetmeyi ve hırsı iterek şefkati ortaya çıkardığını belirtir. İşin ilginç yanı, kardeşlik sevgisinin bu sevgide bir bileşen olmasıdır. Onun yokluğu cinselliği geçici bir hazza dayalı duygudan başka bir şey yapmaz. Şefkat üzerinden Freud’a cevap veren Fromm, cinsellik değil kardeşlik sevgisinin şefkati getirdiğinden bahseder. O etkileşimde aynı olma duygusu, benzer olmanın bilinci: “İki kişilik yalnızlık.” Aslında burada insanlığın temel sorunu olan ayrı olmaya bir yanıt vardır. İnsan, ayrı olarak tek kişi olmaya iki kişi yaşayarak çözüm bulmuştur ve diğerlerini dışlamıştır. Kardeşlik sevgisinden de farklılaşma burada başlar. Hepimiz bir olduğumuzdan herkesi sevebiliriz ama bir yandan farklılıklarımıza rağmen sevmeyi istediklerimiz de olabilir. Bu yoğun bütünleşmedeki sevgi türünü Fromm şu cümleyle örneklemiştir: “Varlığımın derinlerinden seviyorum ve karşımdaki insanın varlığının derinliklerinde yaşıyorum.”
Tanrı sevgisine gelince Fromm, çocuk gözünden anne baba sevgisi ile paralellik kurar. Varoluşu ve hayatta kalmaya devam etmesi anne sevgisine bağlılıkla mümkün olan çocuk, daha sonra baba sevgisini kazanmak için eyleme geçmeye başlar. Olgunlaşma evresinde ise kendi annelik ve babalık ilkelerini kendi içinde oluşturur. İnsanlık tarihinde olan ilk sevgi de Tanrı’ya olan çaresiz bağlılıktır. “Tanrı’nın dışsal bir güç olmaktan çıkıp insanın içinde sevgi ve adalet ilkelerine dönüştüğü, onunla bir olduğu ve sonunda simgesel ve şiirsel bir dille ondan söz ettiği olgunluk evresine varılır.”
Kendini sevme becerisi ise narsizmden uzaklık ama kendine inanmakla yakınlık ile açıklanıyor. Kendini sevmenin kendini düşünmek ve diğerlerini dışlayarak bencilleşmekle bağlantısı olmadığı gibi; aksine alçakgönüllülük, nesnellik ve başkalarına inanmakla mümkün olduğunu belirtir Fromm.
Sevme eylemi neden bir sanat olarak değerlendirilmiş? Burada sanatta uzmanlaşmak ile sevmenin etken ilgi barındırması bağlantılandırılıyor. Kişinin nasıl sanata ilgisi onun sanatta uzmanlaşması için yeterli değilse, sevgide de etken ilginin ve ötesinin yokluğu onu geçici kılar. Çünkü sevmek kendini karşılıksız olarak adama cesaretini içinde barındırır ve bu cesaretin kaynağı da sevilende sevgiyi yeşertme inancıdır: “Sevme sanatında ustalaşmak isteyen biri disiplini, yoğunlaşmayı ve sabrı tüm yaşamına uygulamaya başlamalıdır. Disiplin, kişinin kendi isteğiyle gerçekleşmeli ve kişi kendini yavaş yavaş uygulamayı bıraktığında arayacağı bir davranış biçimine dönüşmelidir.”
Son olarak inancın Fromm’un sevgiyi ele alışında ne kadar güçlü bir öğe olduğunu, Soğuk Savaş’ın derinlemesine hissedildiği 1962’de verdiği demeçle anlamak mümkün: “İnsanların savaşın tehlikelerine karşı bu kadar pasif kalmalarının sebebinin aslında insanların çoğunluğunun yaşamı sevmemesi olduğuna dair ani bir içgörü ortaya çıkıverdi. Onların barış sevgisine veya savaş korkusuna değil, yaşam sevgilerine seslenir isek bunun çok daha etkili olabileceğini düşündüm.”
Yazar
Instagram: @okuyoramayazıyormu
Yayınevi: Say Yayınları
Çevirmen: Işıtan Gündüz
Sayfa Sayısı: 200
Ebat: 13,5x21 cm
Baskı Yılı: 2024
Kategori: Psikoloji
Comments