top of page
Schoolgirl with Books
Yazarın fotoğrafıPandabiyat Ekibi

Duygu Uzel - Mor Menekşeler

"Duygu Uzel, toplumsal bir yaraya parmak basarken, on beş yaşındaki bir kız çocuğunun yaşadıklarını, hissettiklerini görmezden, bilmezden ve de duymazdan gelmek mümkün mü?"


Mor Menekşeler
Duygu Uzel - Mor Menekşeler - Çitlembik Yayınları

Mor Menekşeler ilk olarak 1999 yılında Ceylan Yayınları tarafından kitaplaştırılmıştır. 2. baskısı da Ceylan Yayınları tarafından basıldıktan sonra 3. Baskısı 2006 ve 4. baskısı 2011 yılında Çitlembik Yayınları tarafından basılmıştır. 5. baskıyı yine Çitlembik Yayınları üstlenmiştir. Ayrıca yazarın kızı Irmak Aydın’la birlikte yazdığı “Martılara Simit Atacaktık Hani?” adlı kitabı da 2005 yılında Çitlembik Yayınları tarafından basılmıştır.


1971 Burdur doğumlu olan yazar Duygu Uzel, İstanbul Mecidiyeköy Lisesi mezunu olup iki kız evlat annesidir. Bir dönem turizm sektöründe çalışmıştır.


Toplumsal bir yaraya parmak basan bu kitabı okura ulaştıranların emeğine sağlık diliyorum. Uzun zamandır okuma listemde olan kitabı okumaya başladığımda bir kız çocuğu elimi tutup, beni kendi uzaklarına doğru yolculuğa çıkarıverdi. Sürekli hasta olan annesine, bütün hırpalanmışlığına karşın yeniden yeşerttiği umut çiçekleri mor menekşelerine, öfkeli babanın ebeveynlikten uzak şiddetine, baba yerine sevgi ve ilgi beklenen amcaya, gelenek ve göreneklerin çepeçevre kuşattığı tabular sarmalında büyüme sancıları çeken kendisi gibi kız çocuklarına götürürken beni, bırakmak istemiyordu elimi. Ya ben, kitaba ara verdiğimde bile bir kadın, bir anne olarak eli elimi, yüreği yüreğimi mekân tutan bu kız çocuğundan nasıl ayrılabilirdim ki?


İnsanın öz yaşam öyküsünü yazarken, duygu ve düşünceleriyle ilgili bir bütüne, birebir ayna tutmaya çalışması hiç de kolay olmasa gerek. Duygu Uzel, duygu değişimlerinde uzaktan yakına, yakından uzağa gidiş dönüşlerle olayların can alıcı kırılmalarından bir anlık suskunluklara savrulurken, insanın içindeki isyanı yüreğine sığmıyor o an. Bu mu ebeveynlik, eş dost, akraba, uzak yakın insanlık… Bu mu öngörüsüz infazlar ve de ateşe verilen akıllar topluluğu… Kalıpları hazır şablonlu acımasız inançların, ahlak, erdem, iyilik ve kötülük yargılarının dayatıldığı toplumlarda, insanda açılan yaraları hangi terapist onarabilir ki bu durumda? Sevmenin nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışan, sevgiye aç bir kız çocuğunun varlığı, genç bir yürekle kurduğu gönül bağından dolayı kuşatma altına alınıyorsa namus bekçilerince… Travmatik donmalarındaki yalnızlığı, suskunluğunun ardındaki derin kederi nasıl işlemez insanın içine.


İncinen, yaralanan bir yüreğin sesini duydukça her satırda durdum ve düşündüm; toplum olarak, insanlık olarak nasıl da suçluymuşuz! Bir kız çocuğu ailesinin şiddetinden kaçıp genç bir öğrenciye sığınmaya çalışırken, bekâret için koluna damga vurulup, polis eşliğinde hastane koridorlarındaki manalı bakışlarla, sözlü sataşmalarla aşağılanıyor, bedenine müdahale ediliyor, bu durumda psikolojik şiddetin en alasına maruz kalıyorsa evet, suçluyuz hepimiz! Hem de çok suçlu… Sonuçta peşin hükümlü infazların kurbanı bir kız çocuğunun, masumluğuna dair aldığı raporun ne önemi var ki artık; mühür önceden basılmış, imza çoktan atılmışsa eğer. Hep birlikte izlerken bu utanç sahnesini, soruyorum insanım diyen herkese; ne işe yarar insan hakkı ihlalinin temiz yazan raporu? Bedenine saygı duyulmayan bir kız çocuğunun günahını, bilinçsiz bıraktığımız ebeveynlere mi, ön yargı kalıplarını kıramamış gelenekçi toplumun çoğunluğuna mı, yoksa 21. yüzyıl yasalarının korumasızlığına mı yüklesek bilemedim… doğrusuna varın siz karar verin.


Bilim insanlarınca bu uygulama, bedensel, zihinsel, hatta cinsel travmalara neden olduğundan, çağ dışı bir suç sayılmaktadır. Duygu Uzel, toplumsal bir yaraya parmak basarken, on beş yaşındaki bir kız çocuğunun yaşadıklarını, hissettiklerini görmezden, bilmezden ve de duymazdan gelmek mümkün mü?


Bütün olumsuzluklara rağmen eğitimin aydınlık yüzüyle bir abla çıkıyor karşımıza ve yüreğimize su serpiliyor o an. Yatılı okulda okuyan, kendini geliştiren ve açık düşünceli bir insanla evlilik yapan abla geldiğinde, eşiyle birlikte direncine direnç katar kız kardeşinin. Onu bu kaos ortamından çıkarıp, yarım kalan lise eğitimini de tamamlamak üzere, İstanbul’a götürür; aile kararı sonucu tabii ki. Aynı zamanda korkularının çaresizliğiyle hastalıklı halde yaşama direnen anneyi de babasının şiddetinden kısa bir süreliğine de olsa uzaklaştırmak için yanlarına alırlar. Geride öfkesini kimselerin dindiremediği bir baba kalır. Belki anneleri de bu süreçte anneliğin nasıl olması gerektiğini öğrenecekti kızlarından, dönmeseydi taşradaki memlekete. Hani o “eller ne der?” korkusuyla evladını koruduğunu sanarak ona en büyük kötülüğü yaptığının farkına varabilecekti belki de. Ablayı ve eşini burada yürekten kutladım, zorunlu aile kararı olsa da kız kardeşe kol kanat gerdikleri için.


Kız kardeş bütün yaşanmışlıkların ağır yükünü sırtından atmaya karar verdiğinde artık bir anne adayıydı. Ama öncelikli olarak önemli bir sorun vardı karşısında; normal doğum imkânı varken bebeğini ille de sezaryenle doğurmak istiyordu. Ne yazık ki normal doğum beklenirken bebek tersten gelmeyi tercih etmiş, annenin isteğini sanki onamıştı. İkinci kız evlattan sonra da, gördüğü terapilerin yanında yüreğini tam anlamıyla sağaltmak için de durmadan yazıyordu kız çocuğu. Sonra da yazdıklarını komşusuna okuyordu. Bu komşu ona daha sonra yazdıklarının kitaplaşması gerektiğini söyleyerek bu düşüncenin yolunu açtığında, öyküyü okuyan basım çevrelerinden birinin tavsiyesiyle ilk bilgisayar alınmış, dosyalar oluşturulmuş ve gerekli kayıtlar yapılarak yayınevi kapılarından biri çalınmıştı. Daha kapıdan girer girmez tavsiye edilmeden geldiği için geri yollanmıştı. Sonrasında Ceylan Yayınları’nın bir çalışanı okuduğu dosyayı beğenince ilk yolculuk başlıyor böylece. Kendi deyimiyle, annesinin babası tarafından sokağa atılarak, hırpalanan saksıdaki mor menekşelerin yeniden filizlenen direncini umut edinir romanında bu kız çocuğu. Öte yandan yazar böyle bir öyküyü yazarken eşinden olağanüstü destek alırken, eşinin akrabalarınca linçe uğrar ne yazık ki. Bir kadın böyle şeyleri dillendirmemeliymiş. Yazılanlar bir evliliği de böylece beraberinde bitirir ne yazık ki. Öyküdeki kız çocuğuna da zaten yakınlarının büyük çoğunluğu kızgın ve de küstüler yıllar boyunca. Beşinci duvarı aştığı için.


Doğumu depremlere denk gelen kız çocuğu, büyümenin eşiğinde de depremlerle sarsılmış ama hayata yeniden iki elle sarılmanın direncini de uzatılan ele, dokunan yüreklere sığınarak başarabilmiştir. Direngenliğiyle ve öyküsünü paylaşma cesaretiyle örnek bir kişiliği tanımış olur okur da. Yazdıklarından dolayı yazar linç edilmeye devam edilse de. Dilerim bu öz yaşam öyküsü toplumsal yaralarımızdan birini olsun iyileştirmek için karanlığımıza ışık olur.


Yüreğine sağlık değerli yazarım, kalemin daim, yaşamın esenlikli olsun.



Handan Altın


 

Yayınevi: Çitlembik Yayınları


Sayfa Sayısı: 144


Ebat: 12,5x19,5 cm


İlk Baskı Yılı: 2006


Kategori: Roman

Comments


Schoolgirl with Books
bottom of page