Dilek İşcen Akışık’ın zamanı, insanı ve yaşamı merkeze aldığı öykü kitabı “Zamansız Saat” okurla buluştu. Edebiyatist’in özenli baskısıyla raflardaki yerini alan kitap, on dört öyküden oluşuyor.
Dilek İşcen Akışık’ın zamanı, insanı ve yaşamı merkeze aldığı öykü kitabı “Zamansız Saat” okurla buluştu. Edebiyatist’in özenli baskısıyla raflardaki yerini alan kitap, on dört öyküden oluşuyor.
Yazar, öykülere geçmeden önce, adım atacağı öykü dünyasında okura ışık olması açısından Salvador Dali’nin “Belleğin Azmi” ya da daha bilinen ismiyle “Eriyen Saatler” tablosuna gönderme yapan bir epigraf bırakıyor.
“Durduralım Dali’nin zamanını, düşlerimiz akıp gitmesin.”
Zaman kimilerine göre tek yöne doğru akıp, durdurulması veya geri getirilmesi mümkün olmayan bir kavramken, kimilerine göre zihnimizin bize oynadığı bir oyun, bir yanılsamadan ibaret. Saatlerimizin bize gösterdiği rakamsal değerler, gerçekten zamanın karşılığı mı? Dilek İşcen Akışık, açılış öyküsü olan ve kitaba ismini de veren “Zamansız Saat” öyküsünde şöyle dile getiriyor bu durumu:
“Saatler bozuk değildi ama hiçbiri zamanı göstermiyordu.”
Kitabın bütününe yayılan ana izlek zaman olunca karakterlerin geçmişlerine yaptıkları yolculuklar da kaçınılmaz oluyor ve bu yolculuklar beraberinde hesaplaşmaları, pişmanlıkları bugüne taşıyor. Yarım kalmışlık, yaşanamayan hayatlar, öncelikler, zorundalıklar iç hesaplaşmalara dönüşüyor. Tıpkı “Öncelikler Çarpışıyor” öyküsünde olduğu gibi. Bu öyküde iki karakterin içinde bulundukları duruma farklı olasılıklarla farklı senaryolar yazılıyor. Yazar, bu yöntemle hem hayatımızdaki olasılıkların çokluğuna değinmiş hem de okura yeni alanlar açmış oluyor.
“Beklemeyi de beklemek istemiyorum artık.”
“Zaman Gebe” isimli öyküde olduğu gibi üçüncü tekil şahısa karışan iç sesler, karakterin sadece geçmişle değil, kendiyle ve an ile hesaplaşmasını da yansıtması açısında önem taşıyor. Dilek İşcen Akışık’ın kullandığı bilinç akışı tekniği, iç monologlar hem öykülerde akıcılık sağlıyor hem de kitabın tümünü düşündüğümüzde anlatımda tekdüzeliğin önüne geçilmiş oluyor. Hep aynı teknikle yazmak yerine her öyküde farklı anlatım biçimlerini denemesi, okura farklı ve çeşitli okuma deneyimleri sunuyor.
Rüyaların öyküye sızdığı, gündüz düşleri gibi karakteri sarıp sarmalarken rüya-gerçek ikileminin tesadüfler denklemine dönüştüğü “Ödül mü Bu?” başlıklı öykü, dilin, düşle gerçeğin birbirine karıştığı bir evrene dalışı gibi; zamanın anlamını yitirdiği bir evren. Yazarın sadece tekniğini değil, yaratıcılığını da gösterdiği en güzel örneklerden biri.
Hayat, seçimlerimizin bize yaşattıklarından ibaret olduğu gibi yine de bizim seçimlerimizin dışında gerçekleşenlere de bağlı. Yanlış hayatlar, yanlış mekânlar, yanlış seçimler ve tabii ki yanlış zaman. Özlemler, hayal kırıklıkları, yoğun duygular… Aşkın beklenen değil, kendi kafasına göre gelip olabilecek en yanlış zamanda hayatımıza girişi; yarattığı anafor… bizim o girdaba girişimiz. Dökülen yapraklar gibi dağılan insanlar. “Aşkın Deryası” öyküsünde yaşananlar, bizim yaşadıklarımızdan bir kesit.
İki karakterin zihinlerinin içine sırayla girdiğimiz “Şaşkın Köşebaşı” öyküsünde, bu iki karakterin sadece hayatlarına girmiyor, aynı zamanda yollarının kesiştiği köşebaşında biz de onları bekliyoruz; neler olacak merak ediyoruz. Bahsi geçen köşebaşı, karakterleri birbirine nasıl bağlayacak?
“Zaman tünelinin duvarları yanıtlarla dolu.”
Kendi hayatlarında mutluluğu yakalayamayan, başka hayatların hayalini kuran insanların hüznü; dışarıya sessiz içine gürültülü. Bu yönden tam olarak ismini yansıtan bir öykü “Sesli Suskunluk.”
“Masada İki Tabak” öyküsü ise, zihnimizden geçenlerle karşımızdaki insana söylediklerimizin ne kadar farklı olabileceğini anlatıyor. Çok tanıdık geldi değil mi? Bu öykü bana, The Imitation Game: Enigma filminden bir repliği hatırlatıyor: “İnsanlar, birbirleri ile konuşurken ne demek istediklerini söylemezler.”
İlk öyküden son öyküye kadar öykülerin sıralanışı sanki belli bir düzene göre yapılmış hissi veriyor. Her parça birbiriyle çok uyumlu bir şekilde birleşiyor. Son öykü olan “Dur Bakalım”da bir yazarın öyküsünü yazış sürecine tanık olurken, karakterler hayat bulup dile geliyor ve öykü içinde aldıkları rolleri tartışıyorlar. Dilek İşcen Akışık, böylece üstkurmacanın olanaklarından faydalanarak sonlandırıyor Zamansız Saat’i.
Sözcüklerin uyumundan ve cümlelerin ahenginden, ritminden dolayı öykülerin aynı zamanda şair de olan bir yazarın elinden çıktığını söylemeden geçemezdim.
Zamansız Saat’teki öykülerde, kentte de olsa kasabada da olsa aşina olduğumuz, hayatlarına değdiğimiz karakterler var. Hatta belki de öykülerde size ayna tutacak karakterlere de rastlayabilirsiniz.
“Aslında her gün bugün değil miydi?”
Dilek İşcen Akışık
İzmir doğumlu yazar, Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunu. Öğrencilik yıllarında başlayan yazı tutkusu 1984 yılından itibaren şiirle devam etti. Daha sonra öykü ve denemelerle yol aldı. Bu öyküleri ve denemeleri; Yazı-Yorum, Sin Edebiyat, Nif Sanat, Son Gemi, Lacivert, Kirpi, Papirüs, Panzehir, Edebiyat Nöbeti, Cumba Fanzin ve 21 Kadın 21 Öykü seçkisinde, şiirleri ise; Detay, Şiir Ülkesi’nde, İstanbul Şiirleri, Şiir İstanbul’a Seyahat Ediyor, İstanbul-Selanik Hattı, Benidorm İstanbul 2020 Türk Şairler, Cemal Süreya’nın Ölümünün Otuzuncu Yıl Anısına, 2021 Unesco Dünya Şiir Günü İstanbul Etkinlikleri seçkilerinde yayımlandı.
Yayımlanan kitapları; Dilekistan (şiir), Dilekistan Öyküleri (öykü) ve Değerine Değer Kat (deneme).
Yayınevi: Edebiyatist Yayınevi
Sayfa Sayısı: 120
Ebat: 13,5x21 cm
Baskı Yılı: Eylül 2021
Kategori: Öykü
Comments