Kurgu dışı kitaplarıyla dikkat çeken KaplumbaA Kitap’ın özenli baskısıyla “Zamanın Peşinde,” antropolog Elvin Vural’ın ve araştırmacı Batuhan Görgülü’nün çevirisiyle zaman kavramı konusuna meraklı okuyucularını bekliyor.
“Her şeyin bu kadar merkezinde olup her şeye bu kadar uzak olan başka bir şey yok. Bilincimizin özüne daha çok temas eden başka bir kavram yok. Buna rağmen, onun ne olduğunu söyleyebilecek biri var mı?”
Dan Falk, bu sözlerle kitaba ismini veren ve çok farklı açılardan değerlendirdiği “zaman” kavramından bahsediyor; kendi sorusuna cevap aramaya çalışıyor. Dan Falk, 2019 yılında Kanada Kraliyet Bilim Enstitüsü’nden Fleming Bilim İletişimi Mükemmeliyet Madalyası almış, Toronto Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışmış yazar, yayıncı, gazeteci ve belgeselci. Zamanın Peşinde ise onun ülkemizde okurla ilk buluşması.
Kitabı henüz okumaya başlamadan, kapağından itibaren zamanın peşine düşmeye başlıyorsunuz. Çünkü özel bir kapağa sahip: Kapakta bir güneş saati çizimi ve yukarı kaldırılabilen bir kulakçık var. Kapağın iç kısmındaki talimata göre, kitabı kuzeye döndürüp kulakçığı dik pozisyona getirdiğinizde oluşan gölge, saati gösteriyor ve bu saat İstanbul’un enlem/boylam değerlerine göre ayarlanmış. Arka kapakta ise aylara göre dakika düzeltmeleri var.
Zaman çok geniş bir kavram. Hâl böyle olunca konuyu ele alırken birçok farklı disiplin de işin içine giriyor. Yazar, önsözde nerede duracağını şöyle açıklıyor: “Bilim ve felsefe arasında bir tercih yapmam gerektiği noktalarda bilim çoğunlukla galip geldi.”
Bu açıklama belki bazılarımızda (tıpkı bende olduğu gibi) hayal kırıklığı yaratabilir ya da gözünüzü korkutabilir. Fakat Falk’ın ele aldığı konular, o konuları işleyiş biçimi, sunduğu örnekler ve en önemlisi kullandığı dil; ağır, sadece konunun uzmanlarını hedefleyen (hadi akademik diyelim buna) bir çalışma olmaktan kurtarıp, zamana merak duyan herkese ulaşır bir metin hâline getirmiş.
Her bölümün başında, ünlü isimlerden o bölümle ilgili etkili epigraflar kullanılmış:
“Düşünmek, unutmaktır.” - Jorge Luis Borges
“Geçmişi, Bugünü ve Geleceği gözlerimin önünde aynı anda var olurken görüyorum.” - William Blake
“Sonsuzluk çok uzundur, özellikle sonuna doğru.” - Woody Allen
“Zaman; beni sürükleyen bir nehir, ama nehir benim; beni parçalayan bir kaplan, ama kaplan benim; beni tüketen bir ateş, ama ateş benim.” - Jorge Luis Borges
Farklı disiplinlerden yararlanıldığını belirtmiştim; bunlardan ilk karşımıza çıkanlar tarih, arkeoloji ve antropoloji. Çoğumuz Stonehenge’i duymuşuzdur. Dan Falk, onun kadar ünlü olmasa da önemli bir yerden bahsediyor kitabında. Galcede “Güneşin Mağarası” anlamına da gelen Newgrange. Burası bir pasaj mezar. Bu mezar anıtını benzersiz kılan ise her kış, kış gündönümünde, yani yılın en kısa gününün sabahında güneş ışığının, ana girişin üstündeki çatı kutusundan girerek mezar odasını aydınlatması. Mısır’daki Büyük Piramit’ten beş yüzyıl, Stonehenge’den bin yıl daha eski, yani M.Ö. 3100 civarı inşa edildiği düşünülen yapının astronomiye ilgi duyan insanlar tarafından yapıldığı söylense de farklı düşünceler konuyu ilginç hâle getiriyor. İnançlar, doğa, astronomi, ölüm, ölüm sonrası gibi kavramların yanında Neolitik devir insanlarının zamana bakış açısı acaba nasıldı?
“Her şeyin aynı anda olmasını engellemek için doğanın geliştirdiği bir yöntem.”
Dank Falk, geçmişten günümüze şeklinde doğrusal bir çizgide ilerletiyor konularını, bunu bilinçli bir şekilde yapıyor gibi; zamanın ileriye doğru akışına bir gönderme sanki. “Zaman akıyor ya da akıyormuş gibi görünüyor. Onu anlatmak için kullanılan temel metafor ise akış.”
İnsanın, soyut bir kavram olan zamanı ölçme saplantısı, neredeyse tüm medeniyetlerde çağlara damga vuran sonuçlar doğuruyor. Batı dünyasında M.Ö. 46 yılından 16. yüzyıla kadar kullanılan Jülyen takviminin sahibi Jül Sezar. Hatta temmuz ayının ismi de (July) ondan geliyor. Sezar, bir güneş takvimi olan Jülyen takvimi için Sosigenes’ten yardım almış. Bu takvimdeki hatalardan dolayı da 16. yüzyıldan sonra Papa XIII. Grogorius tarafından yaptırılan bugünkü miladi takvim (Gregoryen takvim) kullanılmaya başlanmıştır.
Ömer Hayyam’ın ve Mayaların geliştirdiği takvimlerin, bizimkilerden daha az hatalı olması oldukça ilginç bir bilgi. Mayaların zamana olan takıntıları kaderci inançlarından kaynaklanıyor. Onlara göre döngüsel hareket eden zaman, geleceği tahmin etmelerine yarayabilirdi.
Binlerce yıl güneş, ay, kum ve su zamanı ölçümlendirmek için insanın kullandığı araçlar oldu. Zamanı hatasız bir şekilde ölçme saplantısı insanı saatin icadına kadar götürdü. Saati ilk olarak kimin/kimlerin icat ettiği bilinmiyor, ama dünyanın hâlâ çalışır durumdaki en eski saati, 1300’lerin sonunda yapıldığı tahmin edilen Salisbury Katedrali’ndeki saat. Orta Çağ’da zamanı ölçmeye yönelik en ısrarlı talebin Kilise’den geldiği düşünüldüğünde doğal bir sonuç.
Daniel Boorstin’e göre, mekanik bir alet tarafından ölçülmeye başlanan zamanın, saatle beraber uzunluğunun sabit hâle gelmesi, “insanın güneşten bağımsızlığını ilan etmesi” demekti. Bu durumda, bir üstünlük uğruna insanın, mekanik bir aletin hâkimiyetine girdiği sonradan fark edilecekti.
Kitapta, zamanı doğru gösterme saplantısındaki insanın saati icadına, bu icadın nasıl bir süreçten geçtiğine ve bu keşifle toplumsal yaşamın nasıl değişikliğe uğradığına örnekler eşliğinde ve uzman görüşleriyle beraber tanık oluyoruz.
Tarihçi Lewis Mumford’ın belirttiği gibi “Modern Endüstri Çağı’na giden yolu buhar makinesi değil, saat açmıştı.”
Kitaptaki görsellerden biri çok ilginç. 1883 yılında Waterbury Saat Şirketi’nin reklam amacıyla hazırladığı afişte insan ve makine birbirine karışıyor. Günümüzde hâlâ bahsi geçen bir konu!
Saatin icadıyla beraber zamanın sadece toplumsal değil kişisel hayatlarımızdaki etkisi de tartışılıyor.
“Zamanı doğadan hareketle, güneş ve yıldızların konumuna bakarak mı anlıyoruz? Yoksa mekanik saatlerimize/zamanölçerlerimize bakıp zamanı doğaya mı uyguluyoruz?”
Zaman asla yetmiyor. Çok tanıdık bir ifade değil mi? “Mümkün olan en kısa zaman dilimine mümkün olduğunca fazla sayıda etkinlik sıkıştırma çabası, Fransız kültür yorumcusu François Tournier’ye göre bizleri, ‘şimdinin tutsakları hâline getiriyor… Eğer yavaşlamazsak kendi geleceğimize yabancılaşmamız söz konusu.’”
Zaman ve kültür bölümlerinde, farklı kültürlerin zamanı nasıl algıladığı ve kullandığı anlatılıyor. Afrika, Kuzey ve Güney Amerika, Uzak Doğu ve Avustralya’daki yerli kabilelerden örnekler veriliyor. Yine bu bölümde Antik Yunan’da zaman kavramına felsefe/felsefeciler yönünden kısacık da olsa değiniliyor.
Zaman konusunda kitabın büyük bölümü, önsözde de belirtildiği gibi bilime, yani fiziğe ayrılmış durumda. Isaac Newton, Gottfried Leibniz, Albert Einstein başta olmak üzere geçmişten ve günümüzden birçok bilim insanı kitabın sayfalarına konuk oluyor. Tabii ki başrollerde Newton ve Einstein var. Newton’un ileriye doğru akışkan zaman kavramı ve ona karşıt görüşler savunan Leibniz’e rağmen en ilgi çekici düşünceler felsefi bir ara alt başlığında karşımıza çıkan, kendisi de bir fizikçi olan Julian Barbour’a ait. 1937 doğumlu ve bugün hayatta olan Barbour, zamanın bir yanılsama olduğunu düşünüyor. Doktorasını Albert Einstein’ın “genel görelilik teorisi” üzerine yapan Barbour’a göre insan zamanın peşini bırakmalı. “Akan zaman fikri, bir şekilde bilincimizin oluşturduğu bir tür yanılsama.” “Zaman nedir?” sorusuna ise “Zihnin yaptığı bir hata.” cevabını veriyor. Julian Barbour’a göre elimizdeki tek gerçek “şimdi.”
Zamanın yanılsama olduğunu öne sürenlerin en büyük argümanı, akış hızı hesaplanamayan soyut bir kavramın varlığından bahsetmenin anlamsızlığı.
Kısa felsefe molasından sonra yeniden bilime döndüğümüzde zaman-uzay konuları bizi karşılıyor. Zaman konusu işlenir de gözler uzaya çevrilmez mi? Kara delikler, solucan delikleri, Hubble Teleskobu, büyük patlama, karanlık enerji, görelilik, kuantum ve genişleyen evren fikri bazı ilginç konular.
“Evrenin büyüklüğünün farkına vardıkça, bizim için yaratılmış olduğu fikri giderek saçma bir hâl alıyor.” - Timothy Ferris
Anlaşılacağı üzere zamanın ileriye doğru aktığı veya bir yanılsama olduğu şeklinde iki farklı görüş söz konusu. Fizikçi James Hartle insanın zaman karşısındaki durumunu ele alan bir açıklama yapıyor: “Bir şimdi olduğu ve geçmiş zamandan şimdiki zamana ve geleceğe aktığına dair güçlü duygumuz hayatta kalma şansımızı artırıyor.”
Bu görüş doğrultusunda, yine bir soruyla, zamanla ilgili düşüncelerimiz sonuca bağlanmayarak bir boşlukta, havada asılı kalıyor: Yani, “zaman” insanın yaratmış olduğu bir tür savunma mekanizması mı?
Kurgu dışı kitaplarıyla dikkat çeken KaplumbaA Kitap’ın özenli baskısıyla “Zamanın Peşinde,” antropolog Elvin Vural’ın ve araştırmacı Batuhan Görgülü’nün çevirisiyle zaman kavramı konusuna meraklı okuyucularını bekliyor.
Yayınevi: KaplumbaA Kitap
Çevirmenler: Elvin Vural - Batuhan Görgülü
Sayfa Sayısı: 336
Ebat: 11x18,5 cm
Baskı Yılı: 2021
Kategori: Bilim
Comments