top of page
Schoolgirl with Books
Yazarın fotoğrafıPandabiyat Ekibi

Babama Ne Kadar da Benziyor - Dursun Karaseki




Kapının önünde durdum. Ardından derin bir nefes aldım. Kardeşimle göz göze geldik ve zili çaldım.


Tam altı ay sonra babamı yeniden görecektik. Altı ay önce, bir gece yarısı, annemin apar topar bizleri de alarak terk ettiği evin zili bu. Babam haber göndermiş, “Çocukları çok özledim, onları çok göresim var, bir uğrasınlar göreyim,” demiş. Annem bizimle gelmedi. “Aşağıda bekliyorum, çok kalmayın, yaramazlık yapmayın, ortalığı karıştırmayın, odalara girip çıkmayın,” diye de sıkı sıkıya tembih etti.


Açılıyor kapı. Sakalları uzamış, saçları sanki daha çok beyazlaşmış; biraz da kilo almıştı. Altı ay sonunda gözüme nasıl da farklı görünüyordu. Bizi kapıda görünce gülümsedi. “Girin içeri, ayakkabılarınızı çıkarmanıza gerek yok,” dedi. Annem görse deliye dönerdi. Altı ay sonra, bizim olan eve ayakkabılarımızla giriyorduk. O an anlıyordum; bu ev, annemle yaşadığımız ev, bizim evimiz değildi.


Annemin kuralları hükmünü yitirmiş, babamın kuralları hüküm sürer olmuştu. Babam da aynı adam değildi, en azından görünüşü aynı değildi.


İçeri girip kardeşimle babamın gösterdiği yere, kanepenin ucuna oturduk. Bu tam olarak oturmak değil de, olsa olsa ilişmekti.


Perdeler kapalı, evde ekşi bir küf kokusu var. Yere serilmiş gazeteler, dibi sıyrılmış ne olduğunu anlamadığım bir yemek, dibi kurumuş bir çay bardağı, etrafta bolca bira şişesi ve düzinelerce içi boş sigara paketi çarpıyor gözüme. İçinde annemin kristal bardak takımları olan vitrin… Annemin izleri halen duruyor.


Kıyafetleri de odanın ortasında düzensizce yığılmış, sandalye arkasına asılmış gömlekler ütü sırası bekliyorlardı ya da öylesine bırakılmışlardı.


Bir toplu iğne bile almadan çıkmıştık evden. Annem, “Hiçbir şey istemiyorum, her şey onun olsun,” demişti.


Odada annemden kalan eşyalar, koltukta omuzları düşmüş babamın yalnızlığı vardı. Babam yalnız ve yorgun bir adamdı sadece. Babamın bir kahraman değil de sıradan bir adam olduğunu ilk fark ettiğim o an, onca hüzün taşıyan hatıralarım arasında canım yanmıştı.


Oturduğu koltuktan kalkıp bana seslendi. Sesi sıradandı, yüzü sıradandı. Kara gözlerinin ışığı sönmüştü. Çocukluğumun kahramanı, pelerinini bir yerde bırakmış, ütüsüz gömleği, uzamış sakalı, sigaradan sararmış bıyıkları ile alelade bir insana dönüşüvermişti. Omuzları öne düşmüş, yorgunluğu ve yalnızlığı üstünden yere akıyordu.


Sigaradan sararmış bıyıklarını yalayarak söze nereden başlayacağını bilemeyen birinin çaresizliği içinde kıvranıyordu. Sigarasından yardım istiyor, derin bir nefes çekiyor, fark etmiyor ama külü annemin işlemeli dantellerinin birinin üstüne düşüyor; suçlu bir çocuk gibi utanıyor, elleri ile külü temizlemeye çabalıyordu. Üzgündü, yalnızdı, mutsuzdu. Bize, yani çocuklarına belli etmemeye çabalıyordu.


İçimizi kemiren sorular boğazımızı yakıyor, cevabın soruyu incittiği yerde, kıyısında sözcüklerin bakışıyorduk birbirimize, odaya, eşyalara.


Evimiz çoktan bizim evimiz olmaktan çıkmış, bütünüyle yabancılaşmıştı. Koridorunda koşturduğum, kanepesinde uyuyakaldığım, masasında yemek yediğim ev değildi bu ev. Bunu hem görüyor hem hissediyordum. Babam da değişmişti evle birlikte; biz gittikten sonra her şey başkalaşmıştı bu evrende.


“Bir şey yer misiniz, aç mısınız?” diye sordu. Daha yanıtımızı bile duymadan mutfağa gitti ve elinde iki litrelik bir kola iki de krakerle döndü daha yanıtımızı bile duymadan. Sanırım duymak da istemiyordu. Kolaları bardaklara doldurdu. Elimize krakerlerimizi verdi ve az önce oturduğu karşımızdaki koltuğa yerleşti.


Elimizde kola bardakları, şaşkın gözlerle kardeşimle birbirimize baktık. Çünkü bizde asitli içecekler hep yasaktı. Annem korkuturdu. “İçerseniz dişleriniz dökülür,” derdi. Eski tanıdık bir rüzgâr üçümüzün de yüzünü yaladı. Önce kola bardaklarına, sonra birbirimize baktık. Tatlı bir gülümseme yüzümüze oturdu. Kardeşim kıkırdamaları ile birlikte çoktan paketi açmış kolasını yudumluyordu.


O anda anlıyorum ki baba evreninde hayat hep bayram havasında geçecek. Babamın bize olan sevgisinden mi babalık maharetinden mi tam olarak bilemiyorum ama o anda kardeşim kolasını bir dikişte bitirivermişti. Babam, ben ve kardeşim gülüyorduk annesiz.


O sırada, dışarıdan zile basıldı. Hepimiz irkildik, biliyoruz ki annem aşağıda bizleri bekliyordu. Panik içinde kalkıyoruz, kısacık bir selamlaşma, ardından babamın bana sarılması. Sıcacık diyorum, baba kucağını nasıl da özlemişim. O anda hissediyorum.


Az önce çıktığımız merdivenleri bu defa annemin yanına gitmek için iniyoruz. Merdivenleri inerken arkama bakıyorum. Babamla son bir kez göz göze gelemiyoruz. Merdiven başından bize salladığı elini görüyorum. Çocukluğumun lime lime sızısı içme doluyor.


Anneme sakın anlatma, diyorum kardeşime


Kıkırdıyor, “E yani,” diyor neşeyle.


Tam apartmandan çıkarken ayağını kapı aralığına koyuyor. Çocuk bıyığındaki ıslaklığı silerken “Hele kola içtiğimizi sakın anlatmayalım,” diyor.


Babama ne kadar da benziyor!



Dursun Karaseki

Comments


Schoolgirl with Books
bottom of page